Öncelikle bu kitabı çok sevdim,onu belirteyim. Ancak "o vurucu etki"yi bende yapmadı.
Kitapların vurucu etkisi insanların kitabın dokunduğu, daha doğrusu neşter attığı konuları daha evvelden etraflıca düşünüp düşünmediğiyle, bunlarla ilgili karar ve yargılara varıp varmadığına, yahut bir sonuca varmasa bile mevzu hakkında kafasında belli bir öncül ve düşünsel kırıntı bulunup bulunmadığına bağlı olarak değişir.
Ben bu kitabı okuduğumda kitabın dokunduğu mevzulara dair (kendimce) bir takım yaşam evreleri tecrübe etmiş,(yine kendimce) bolca kafa yormuş, belli hükümler vermemiş olsam da belli çıkarımlara ve ön kabullenmelere varmış bir kimse idim. Kitabın pek çok noktasında kendimden de birşeyler bulduğumu söyleyebilirim; küresel nitelikte insani olgular barındırsa da bu coğrafyanın insanına daha yakın bir yerli karakter var. Bulmadığım noktaları da hissedebildim `empatik` biçimde.
Her halükarda, dönüp baktığımda, kitapları alt çizerek okumaya başladığımdan beri çizgi sayısı bakımından en yoğunluklu kitaplardan olduğunu görüyorum.Kitapta var olan ince bir şekilde yerinde dile getirilmiş ve muazzam nitelikte tespitlere dikkat vermeden geçilmemeli kat'iyen. Kitabın edebi değeri muazzamdır. Penceresi örtük insanların içine tutulmaya çalışan, bir çizikle kenarından çatlamış bir düz ayna gibidir. İnsanı iyi tanıyan bir yazardan büyük soruların ve büyük `hülya`ların zor ve fırtınalı kitabıdır Kürk Mantolu Madonna.
Fakat öte yandan da `Raif Efendi` karakterini biraz fazla saf bulduğumu da belirtmeden geçemem, her ne kadar yazar, adamın iç dünyasına ilişkin detayları etraflıca verse de, yahut belki de 30'lu yıllar insanı düşünüşünün bugünküyle paralel olmadığı gerçeğini bilsem de. `Maria Puder` de tam tersi gerçek üstü derecede "bilmiş" ve "aykırı" gelir; yazarın bu detaylı karakter çözümlemeleri güzel olmasına güzeldir de, dikkatli bir okuyucu yer yer karakterlerin evvelkilerle/sonrakilerle çelişen söylemlerini veya hareketlerini fark edebilir. Belki de yazar gerçekçilik adına bunlara dokunmamış olabilir, ya da hiç farketmemiş de olabilir.
Berlin'de bir sene soğuk ve gri havalarda dur durak bilmez uzun yürüyüşlerle yaşamış bir kimse olarak kitaptaki çoğu bölümün berlin'de geçmesi nazarımda ayrı bir hava yaratmıştır. kitaptaki Berlin tasvirleri(daha çok batı kısmında geçer şehrin) kitabın havasına uygundur, ancak şehri tasvirde pek de detaya inilmemiştir.
Kitaptan birkaç alıntıyla kitabın güzel anlatılarını aktarmak isterim.
Çaresizlik, arayış ve kırıklık
"Hiç kimsenin kabahati yok...Hatta benim bile!.."
"Zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi?"
"Hayatta hiçbir zaman kafanızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim."
"kendimi bildim bileli, bütün günlerimi, habeim olmadan ve nefsime itiraf etmeden, bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden bütün diğer insanlardan kaçmıştım."
"Başka yollardan gittiğimiz halde ikimiz de aynı neticeye varmışız. İKimiz de birer insan arıyoruz, kendi insanımızı..."
Menfaat
"Herkesin Almanya'yı kurtarmak için kendine göre bir fikri vardı. Fakat bütün bu fikirler hakikaten Almanya'ya değil, her birinin şahsi menfaatlerine bağlıydı."
"...Kendisinden para alan insanlara karşı birdenbire değişiyor ve buna galiba "
meslek ahlakı" diyor. "
Kazanç ahlakı" dese daha doğru olacak."
Değer mefhumunun öznelliği üzerine:
"Siz benim Atlantik'teki işimi belki pek hazin buldunuz, halbuki ben onun böyle olup olmadığının farkında bile değilim..." "...O zaman kendi istediğimi değil, benden istenileni yapmaya mecbur olacağım...Asla...Asla...Vücudumu pazara çıkarmayı tercih ederim...Çünkü onun bence ehemmiyeti yok..."
ve bunların yanında hikaye akışı içinde anlam kazanan bir dolu cümle.
Gitti Sabahattin Ali de Raif gibi gitti.
Bu böyle olmamalıydı.