26 Haziran 2008 Perşembe
Gecenin Menüsü - 2
1- MFÖ - Vurgun Yedim
2- Oasis - Little By Little
3- Republica - Ready To Go (Euro 2000 Official Song)
4- Alanis Morrisette & Sting - King of Pain
5- Sade - King of Sorrow
6- Dimitri from Paris - My Love Supreme
7- Erkan Oğur - Baran Yıldızı (Eşkıya Film Müziği)
8- Wes - Midiwa Boi (World Cup 1998 OST)
9- Antonio Carlos Jobim - Brazil
10- Transplants - Diamonds and Guns
Kupa dalgasına girdik çıkamıyoruz şarkılarda bile...
Etiketler:
Gecenin Menüsü,
Müzik
Basel'de Son Tango
Turnuvanın başından beri en güzel oyunumuzu sergiledik. Resmen ikinci 11'imizle kadroya çıkmamıza rağmen müthiş futbol ortaya koyduk. İlk yarıda Almanlar çaresizlikten kırılıyordu.
Ancak olmadı. Almanlar, kaleye 3 kez geldiler, 3 kez ağları buldular.
Sabri önderliğindeki(!) sağ kanadımız ve 15 senedir bir degaj yapmayı, bir de kalesinden gerekli gereksiz çıkmamayı öğrenemeyen Rüştü, genel olarak kötü performans çizmese de yumuşak karnımız defansın göbeği, defansta anlık bireysel hatalar yaptılar ve Almanlar az sayıda fırsatlarını iyi değerlendirdi.
Orta sahamız özellikle müthiş pas ve pres yaparak örnek bir futbol sergiledi.
Tıpkı eski Championship Manager maçlarındaymış gibi bir hissiyat yarattı, 5'le oynayan bizim kaleci, kaleye 20 şut 11'i hedefe, karşı takım ancak 3 şut hedefe, 3 gol, maçı kazanan karşı taraf... Son dakikada gol yemek de ayrı koyuyor tabi. Kaldı ki Hırvat olsam çeyrek finalde salya sümük ağlardım.
Maç sonrası UEFA resmi sitesinde efsanevi Fransız Milli Takım kaptanı Marcel Desailly konuşmuş:
"Üzgünüm, çünkü en iyi takım kazanamadı..."
Milli takımımıza tebrikler...2010'a umutla devam...
Ancak olmadı. Almanlar, kaleye 3 kez geldiler, 3 kez ağları buldular.
Sabri önderliğindeki(!) sağ kanadımız ve 15 senedir bir degaj yapmayı, bir de kalesinden gerekli gereksiz çıkmamayı öğrenemeyen Rüştü, genel olarak kötü performans çizmese de yumuşak karnımız defansın göbeği, defansta anlık bireysel hatalar yaptılar ve Almanlar az sayıda fırsatlarını iyi değerlendirdi.
Orta sahamız özellikle müthiş pas ve pres yaparak örnek bir futbol sergiledi.
Tıpkı eski Championship Manager maçlarındaymış gibi bir hissiyat yarattı, 5'le oynayan bizim kaleci, kaleye 20 şut 11'i hedefe, karşı takım ancak 3 şut hedefe, 3 gol, maçı kazanan karşı taraf... Son dakikada gol yemek de ayrı koyuyor tabi. Kaldı ki Hırvat olsam çeyrek finalde salya sümük ağlardım.
Maç sonrası UEFA resmi sitesinde efsanevi Fransız Milli Takım kaptanı Marcel Desailly konuşmuş:
"Üzgünüm, çünkü en iyi takım kazanamadı..."
Milli takımımıza tebrikler...2010'a umutla devam...
24 Haziran 2008 Salı
Gecenin Menüsü - 1
1- The Cranberries - Joe
2- Celine Dion - That's The Way It Is
3- Travis - Driftwood
4- Opeth - Hope Leaves
5- Radiohead & PJ Harvey - This Mess We're In
6- Thom Yorke & Björk - Unravel (Pocket Mix)
7- The Cardigans - Good Morning Joan
8- Moby - In This World
9- The Cranberries - Dying Inside
10- Eleni Karaindrou - The Weeping Meadow
2- Celine Dion - That's The Way It Is
3- Travis - Driftwood
4- Opeth - Hope Leaves
5- Radiohead & PJ Harvey - This Mess We're In
6- Thom Yorke & Björk - Unravel (Pocket Mix)
7- The Cardigans - Good Morning Joan
8- Moby - In This World
9- The Cranberries - Dying Inside
10- Eleni Karaindrou - The Weeping Meadow
Etiketler:
Gecenin Menüsü,
Müzik
22 Haziran 2008 Pazar
Rus Milli Takımı ve Rus Futbolu
Turnuva öncesi sürpriz flaş ekip olarak saydığım ekiplerden birisiydi Rus Milli Takımı. İspanya'nın farklı galibiyetinden sonra epey hayal kırıklığına uğradım ve onlara dair umutlarım söndü. Gerçekten çok kötü savunma yaptılar. Hiddink'in tercihlerinin de payı var bunda tabi(tecrübeli, UEFA sahibi, milli takımın gediklisi Ignashevich, veya Berezutskiy kardeşler varken Shirokov seçimi mesela), İspanya'nın oyununun da. İspanya biraz dalga geçmeye, laubalileşmeye başlayınca golü çaktılar.
Bizim spikerler, yorumcular konuşuyordu, yok Rusya genç takım çıkması zor vs. diye sürekli. Genç dedikleri takımın yaş ortalaması 19 değil bir kere. Ve bu takımın oyuncularından çoğu, müthiş Avrupa tecrübesine sahip oyuncular. Evvela, Rus Ligi nedense sıklıkla eziliyor sağda solda. Ancak Rus Ligi muhtemelen karapara aklama gibi amaçlarla da olsa, yağan Rus işadamı sermayeleri sayesinde son 6-7 senede önemli bir seviyeye yükseldi. Avrupa'nın pek çok liginden, ve Güney Amerika'dan pek çok kaliteli oyuncu akın akın buraya gelmeye başladı. O kadar ki, rağbetteki Güney Amerikalı yıldızları almak konusunda Avrupa'daki takımlardan yüksek paralar çıkmazken, Rus darphaneleri dolar basıyordu. Vagner Love,Daniel Carvalho, Fernando Cavenaghi vb. oyuncular bunların örneklerinin sadece bir kısmı. Hatırlayacaksınız, bir dönem de Portekizli akını oldu ve Porto'nun yarısı Rusya'ya gitti. Avrupa futbolunun önemli veteranlarını topladılar. Afrika uluslarının, eski Doğu Bloku ve Yugoslavya'nın pek çok milli oyuncusu dahi Rus Ligi'ne gitti. Bu sırada Rus futbolu, gerek kendi içinden, gerekse Doğu Avrupa'dan önemli yetenekler yetiştirdi. Sadece Ruslar da değil... (Örnek 1: Eski Spartak'lı Nemanja Vidic. Fazla söze gerek yok ; Örnek 2: Slovak oyuncu Thomas Skrtel...Eski Zenit'li stoper, Liverpool'da her maç 11'de oynuyor, Örnek 3: Eski Lokomotif'li Branislav Ivanovic,yeni Chelsea'ye transfer oldu. Vaka 4: Ivica Olic, Hamburg'da toz alıyor eski CSKA'lı). Hala bizimkiler de aşağılarcasına diyor ki, "Rus takımının Ivan Saenko dışında Rus Ligi'nde oynuyor"..Kendi iyi oyuncularına iyi paralar vererek takımlarında tutuyorlar ve yüksek bonservis talep ediyorlar. Ve 2004'te CSKA Moskova, 2008'de de Zenit St. Petersburg UEFA Kupası'nı kazandı. Spartak Moskova, Lokomotiv Moskova, FK Moskova, Dinamo Moskova gibi takımlar da iyi kadrolara sahipler ve Avrupa'da belli bir seviyedeler. Hatta onu geçtim, Rubin Kazan, Krylja Sovetov Samara, Tom Tomsk gibi orta sıra takımları bile büyük paralar harcıyorlar.
Ve bu takımların en iyi Rus oyuncuları milli takımda buluştu. Ayrıca, takım iskeletinin Zenit ve CSKA bazlı olduğunu düşünürsek bu oyuncuların çoğunun Avrupa turnuvaları tecrübesi yüksek seviyede, kupa görmüş, son derece yetenekli oyuncular. Zaten oynama şansı bulan diğer oyuncular da diğer Moskova takımlarından.
Daha bizim yorumcular, spikerler konuşsun dursunlar, "Arshavin bu turnuvada ortaya çıktı" gibisinden..Adam 3-4 senedir ortalığı sallıyor, bu sene de yeterince ortaya çıktı çıkacağı kadar. Zaten bir Avrupa yıldızı olarak geldi turnuvaya. Turnuvanın en iyi sol kulvar performansını veren Yury Zhirkov, veya başarılı kalecilik performansıyla Igor Akinfeev gibi isimler ise CSKA ile zamanında çoktan görücüye çıkmışlardı.
Yunanistan maçında iyilerdi, İsveç maçında "Geliyoruz" dediler ve toparladılar. Ancak kimse Hollanda'yı geçmelerini beklemiyordu...Gerçekten müthiş bir baskı, pres, tempo ve muntazam gol şansları ile Hollanda'yı "rahat yendiler"...
Bir yorum da Roman Pavlyuchenko ile ilgili. İsmini Rus Ligi'nde gol krallığıyla daha evvel duyurmuş olan ve turnuva boyunca bizim güzide yorumcularımızın "Ah, Pogrebnyak olacaktı ki" şeklindeki dolaylı tacizlerine maruz kalan Rus santrforu. Müthiş bir şut yeteneği, her yerden kaleye isabetli ve sert şutlarını füze gibi gönderebiliyor, bunun yanında teknik ve uzun boylu. Boyu 5 cm az olsa, heralde 2 gol daha atacaktı bu turnuvada, zira vuruş gücü fazla geliyor biraz..Kaç defa direğe patlattı, ya da direğin az üstünden dışarı attı. Bir de bütün bu meziyetlerinin yanında, bizim Ümit Karan'da da gördüğümüz(nedense aklıma geldi) kolay pozisyonları değerlendirememe gibi bir özelliği var.
Bu Rus altın jenerasyonu bu turnuvada olduğu gibi iyi teknik direktörlerce yönetilirse başka başarılar görmeye de gebe.
17 Haziran 2008 Salı
Domino Teorisi
Amerika'nın Vietnam'daki savaşının temel motivasyonlarından ve haklı çıkarma sebeplerinden birinin de "Domino Teorisi" olduğu söylenegelmiştir.
Nedir bu "Domino Teorisi"?
Domino taşları birbirinin üzerine düşerler. Tek bir domino taşı tek bir itişle harekete geçerek hizasındaki milyonlarca domino taşının düşmesine sebep olabilir.
Amerikanlar'ın Vietnam'a dair "Domino Teorisi" de aynı doğrultudadır. Eğer Vietnam "komünizmin pençesi" altına düşecek olursa, bölgedeki geri kalan ülkeler de aynı hizada Vietnam'ın düşüşünün etkisiyle "komünizm pençesi" altına düşeceklerdir.
Domino Teorisi Amerikan siyasi çevrelerince de açıkça dillendirilmiştir. Eisenhower 1954'te teoriyi "genel hatlarıyla" kamuoyuna açıklarken, 1956'da geleceğin başkanı Senatör JFK detaylandırarak diyor ki : " Burma, Tayland, Japonya, Filipinler ve bariz bir biçimde Laos ve Kamboçya, komünizmin kırmızı hattı Vietnam'ı kaplayacak olursa güvenliği tehdit altına düşecek olan ülkelerdendir..."
Savaşın bitmesi 20 yıl kadar bir süre aldı...Domino Teorisi bir komplo teorisi olmakla beraber asla gerçekleşmedi. Amerikan müdahalesi olmasa gerçekleşir miydi? Orası muamma. Vietnam ise halen "kağıt üstünde" komünist bir ülke.
Domino taşları devletlerden ve umarsız siyasilerden ziyade savaşa ve onun getirdiği yıkım, açlık, fakirlik gibi etkenlere kurban giden milyonlarca Vietnamlı'nın, binlerce Kamboç ve Laoslu'nun, bunun yanısıra daha az bir yoğunlukta da, emeklerinden çıkan maddiyat dünya refahını, hiç değilse kendi refahlarını artırması gerekirken şimdi varlığını kaybetmiş füzelere, mermilere, hurdaya ve traş bıçaklarına döndürülmüş uçak, tank ve gemilere giden Amerikan halkının üzerine yağdı.
İşte size gerçek "Domino Teorisi"
16 Haziran 2008 Pazartesi
Zeytindağı
Zeytindağı, Türk yazınının en önemli eserlerinden birisi...Bunun yanında her Türk'ün tarihlerini bilebilmek, 1. Dünya Savaşı esnasında Ortadoğu'da ne olup bittiğini görebilmek ve anlayabilmek için okuması gereken temel kitaplardan birisi.
1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu'nun Kudüs'ün doğusunda Zeytin Dağı adı verilen tepede konumlanmış askeri karargahında Cemal Paşa'nın yanında görev yapan Falih Rıfkı Atay, akıcı ve soluk kesen bir anlatımla betimlerken, perde arkasında okuyucu, olaylarları direkt 1. kişi vasıtasıyla görüyor. Kitap, sadece savaş sahnelerinden ibaret değil. Bölgenin genel karakteri, savaş öncesi, savaş sırasında Araplar'ın Osmanlı İmparatorluğu'na karşı isyanı, Kanal-Sina-Filistin Cepheleri'nde gelişen olaylar ve çatışmalar, ve bunun yanında Cemal Paşa gibi tarihi öneme sahip bireyler de kitabın örgüsünde yerini bulan ögeler arasında.
Yer yer mübalağalı bir anlatıma yer veriyor izlenimi uyandırsa da, ünlü yazar Falih Rıfkı Atay'ın tarihi bizlere ilk elden aktaran bu eseri, edebiyatımızda, gerek içeriği, gerekse üslubu açısından apayrı bir yere sahip.
Eriyen Topçular - 1
Avrupa Futbolu son yıllarda öne çıkan ve dünyanın en iyileri kategorilerine giren genç yetenekler kadar aynı potansiyeli vaad eden, ancak yıllar içinde, hala belli ölçüde bir klasa ve prestije sahip olsalar da, beklentileri karşılayamayarak eriyen pek çok topçuyu da gördü.
Bunlardan birincisi, yukarıda Porto formasıyla görmüş olduğunuz Helder Postiga... Bugün 26 yaşını bulan ve dünkü İsviçre maçında kaçırdıklarıyla saç baş yolduran Helder Postiga, Portekiz 21 yaş altı klasmanlarında daha Cristiano Ronaldo, Nani ve muadilleri suya pu derken kaleleri bombalıyordu. Jose Mourinho Porto'nun başına geçtiğinde bu yeteneği başıboş bırakmayarak kadrosunda yer verdi ve Postiga genç yaşta patlama yaptı ve Porto kadrosunda Derlei ile beraber forvetin değişmez ismi oldu. İşte herşey bundan sonra başlıyor. Newcastle United ile beraber değişik ülkelerden topladığı oyunculara para saçıp onları oynatamamakla ünlü Tottenham Hotspur klubü kendisini milyonlarca euro dökerek transfer etti. Postiga Tottenham'da yapamadı ve Porto'ya tıpış tıpış dönerken, Porto'da bir daha asla eski performansını yakalayamadı, 2006'da St. Etienne, ve 2008 Panathinaikos kira serüvenlerinde de vasatın üzerine çıkamadı. Portekiz futbolunun Nuno Gomes'in yerine daha iyisini koyma hayalleri suya düştü. Postiga daha yeni Sporting Lizbon'a transfer oldu, ve burada diriliş arayacak...
İkincisi, her zaman overrated bir adam olduğunu düşündüğüm, ancak şu ankinden daha iyi durumda bir adam olacağını düşündüğüm Antonio Cassano... Roma'da şans buluyordu bulmasına, formunu yakaladığı zaman iyi de oynuyordu, ancak gerek disiplinsizliğiyle, gerekse şimarıklığıyla ve uyumsuzluğuyla Roma'da kontratı uzatılmadı ve Real Madrid'in klasikleşmiş transfer şovlarının bir parçası olarak Galacticos'a transfer oldu. Galacticos'da hiçbirşey yapamayan Cassano da, Sampdoria'daki kira serüveninde bir diriliş gösterdi, EURO 2008 için milli takıma seçildi(İlk Hollanda maçında sıfır etki ile oynayarak milli turnuva kariyerine felaket bir başlangıç yaptı) ve toptan Sampdoria'ya geçti...19 ve 21 yaşlarında iki kez İtalya'nın en iyi genç yeteneği seçilmiş biri için kariyeri yokuş aşağı ilerledi. Bu saatten sonra ne yapar, ne yapamaz, orası muamma, ancak hatırlayalım ki yıllar önce Trapattoni tarafından "İtalyan futbolunun geleceği" olarak nitelendirilen bu adamın gelmişinden geçmişinden geleceğinden birşey çıkacağını sanmıyorum.
15 Haziran 2008 Pazar
Phats & Small
Yukarıda gördüğünüz resimde 3 tane zibidi varmış gibi duruyor değil mi?
Herşey o kadar basit değil...
Phats & Small adlı güzide bir müzik grubu bu adamlar. Bir zaman popülarite endeksleri yüksekti. Şimdi yitip gittiler, ve bu grubu ve muadillerini hatırlayan kalmadı. Geçen gün radyoda duyup şimşekler çaktırmasa benim de aklıma dahi gelmezdi.
Power FM türü radyoların vakt-i zamanında en çok çaldığı, bizlerin de zevkle dinlediği September 99 Cover'ı ve Turn Around gibi 90'ların elektronik pop müzik kültürüne damga vuran önemli şarkıları yapan adamlar bunlar...
Israrla dinleyiniz, ısrarla paylaşım programınızdan bulmasını isteyiniz...Kopunuz, kopturunuz.
11 Haziran 2008 Çarşamba
Sükût-u Hayal
Kafanda saplantı haline getirmemeli birşeyleri.
Takmamalı...
Olmayacağını bile bile, olsa dahi iyi şeyler getirmeyeceğini bile bile...
Hatta olsa dahi sonrasında kendinin de istemeyeceğini, yapamayacağını bile bile...
-meli, -malı...Sanki kontrol sende gibi.
Evvelden olsa idi, belki irinini dışarı akıtabilirdin, ve rahatlardın.
Ancak, her şey öyle zor ki...Artık ?
İçimizde kalmışlara artı 1...
Yola devam...
İsteyerek, ya da istemeden...
Sessiz, sitemsiz...
Takmamalı...
Olmayacağını bile bile, olsa dahi iyi şeyler getirmeyeceğini bile bile...
Hatta olsa dahi sonrasında kendinin de istemeyeceğini, yapamayacağını bile bile...
-meli, -malı...Sanki kontrol sende gibi.
Evvelden olsa idi, belki irinini dışarı akıtabilirdin, ve rahatlardın.
Ancak, her şey öyle zor ki...Artık ?
İçimizde kalmışlara artı 1...
Yola devam...
İsteyerek, ya da istemeden...
Sessiz, sitemsiz...
10 Haziran 2008 Salı
Spiritualized
Spiritualized, Jason Pierce önderliğinde bir müzik grubu. Simply Red'deki Mick Hucknall gibi, grup her albümde Jason Pierce'ın istediği adamlardan kuruluyor.
Bu adamlar farklı bir ton...Uzay Müziği yapıyorlar resmen. 3'lü 4'lü vokal aynı anda, tınıların muhteşem uyumu ve resmen aynı şarkı içinde birbirinin içine geçmesi...
Hemen, acilen başlayınız, bir derin nefes çekiniz, Spiritualized'la listelerinizi doldurup, gevşemeye başlayınız...
Başlangıç için, Vanilla Sky filminin Soundtrack'inde de bulunan, "Ladies and Gentlemen, We Are Floating In Space"...
"Football At Its Best"
10-15 yıl sonra bir muhabbette lafı geçtiğinde diyeceğim ki, " o maçı ben de izledim"... Avusturya-Hırvatistan ve Almanya-Polonya maçları dışında çöplük olan EURO 2008'in en güzel maçı olması bir yana, bir süredir bu kadar soluk kesen bir futbol, böylesine makina gibi oynayan bir takım izlememiştim. Elindeki kumaşı zaten iyi olan Van Basten ekibi iyi hazırlamış.
Muhteşem bir hücum formasyonu...Van Nistelrooy, arkasında Van Der Vaart - Sneijder - Kuyt...Bu adamların yanında alternatif olarak bugün sakat olan Robben, Babel ve Van Persie. Van Nistelrooy'un yedeği Huntelaar. Avrupa milli takımları arasında bundan daha yüksek bir hücüm gücü zaten yok. Kaldı ki, yedekleri çıkarsan yine Avrupa'nın en iyi hücum gücü olabilir. Sneijder'e özel vurgu yapmak lazım burada kesinlikle. Ajax günlerinden de belli ettiği gibi, bu adam ayrı bir zeka, ayrı bir futbol beyni. İkinci goldeki vuruşu, o hız ve isabetle yapmak her babayiğidin harcı değil...
Hollanda, EURO 2008'in son derece bayık geçen ilk maçlarından sonra, bizi yeniden futbolun salt fizik gücü ve savunmaya dayalı olmadığı, golü at- yeme - üzerine yat mantığında gitmeyen ve bu doğrultuda modern futbol üretmeyen defansif formasyonlara dayalı olmadığı eski Total Futbol günlerine geri götürdü.
Hollanda'nın da çift ön liberosu vardı evet, Hollanda da bir ölçüye kadar günümüzün futboluyla paraleldi. Ama...Mücadele, yaratacılık, makina gibi oyun, uzun-direkt ve kısa, isabetli ve muntazam paslar, kanatlarda gerek defansif kademede, gerekse ofansta müthiş uyum ve gidiş-gelişler, ikinci yarıdaki kontrollü oyunda dahi sürekli gelen kontrataklar, akınlar... Her yönüyle harikaydı.
Van Bronckhorst çizgiden çıkardığı bir top, 1 gol ve 1 asistle nasıl bir adam olduğunu tekrar gösterdi. Rangers günlerinden beri, sonrasında da gerek Arsenal, gerek Barcelona'da, Bronckhorst hep "underrated" bir adam olmuştur. Tam bir görev adamıdır, kanadında işini temiz yapar. Ve Şampiyonlar Ligi, Premier Lig, La Liga, veya özetler vasıtasıyla izlediğim her 5 maçının 1'inde bir kaleden top çıkarmışlığını görmüşümdür. Yine, her zamanki gibi, işini temiz yaptı...
İtalya kesinlikle Cannavaro'yu aradı. Donadoni'nin seçenekleri arasında bende bir no'lu soru işaretini yaratan ise Ambrosini tercihiydi. Kullanılabilecek çok daha kuvvetli alternatifleri vardı. Ki İtalya yaratıcı oyuncu sıkıntısı yaşadı. Milan'ın orta sahasını almışsın toptan, Ambrosini-Pirlo-Gattuso. Ama orada Kaka var. İtalya'da kim var bu rolde? Kimse olmayınca Toni'ye top dahi gelmedi(Kaleciyle karşı karşıya kaçırdığı hariç). Kaldı ki senin tuhaf bir şekilde yedek kulübende bıraktığın Serie A'nın bir no'lu orta saha oyuncusu De Rossi var...Ambrosini'nin kullanılıp da Perrotta-De Rossi ikilisinin kazığa çakılmasını anlamak, anlatmak mümkün değil. Ki Camoranesi ve Di Natale de nal topladı. Cassano ise tek maç üzerinden at gözlüklü yorumu yapacak kimselere "Bu adam bitmiş" dedirtircesine oynadı... Son olarak ise, Nesta bu kadroda neden yok? Milli takımdan emekli olmadı ama kendi isteğiyle evliliği nedeniyle 2007'de iki maçta kadroya çağrılmak istemediğinden beri kadroya alınmamış. Her ne olursa olsun, Cannavaro-Nesta ikilisi, Materazzi - Barzagli ikilisine kıyas kabul etmezdi. Velhasıl, hiç değilse ofansif zenginliği artırmak için, bekte Panucci'yi kullanmak yerine sağda Zambrotta solda Grosso kullanılamaz mıydı? Ki Donadoni sonradan onu yaptı zaten...
İtalya'nın ve Catenaccio'nun bozgunu...Hollanda'nın ve göze hoş gelen güzel futbolun, "modern" futbola karşı mağrur zaferi...
Muhteşem bir hücum formasyonu...Van Nistelrooy, arkasında Van Der Vaart - Sneijder - Kuyt...Bu adamların yanında alternatif olarak bugün sakat olan Robben, Babel ve Van Persie. Van Nistelrooy'un yedeği Huntelaar. Avrupa milli takımları arasında bundan daha yüksek bir hücüm gücü zaten yok. Kaldı ki, yedekleri çıkarsan yine Avrupa'nın en iyi hücum gücü olabilir. Sneijder'e özel vurgu yapmak lazım burada kesinlikle. Ajax günlerinden de belli ettiği gibi, bu adam ayrı bir zeka, ayrı bir futbol beyni. İkinci goldeki vuruşu, o hız ve isabetle yapmak her babayiğidin harcı değil...
Hollanda, EURO 2008'in son derece bayık geçen ilk maçlarından sonra, bizi yeniden futbolun salt fizik gücü ve savunmaya dayalı olmadığı, golü at- yeme - üzerine yat mantığında gitmeyen ve bu doğrultuda modern futbol üretmeyen defansif formasyonlara dayalı olmadığı eski Total Futbol günlerine geri götürdü.
Hollanda'nın da çift ön liberosu vardı evet, Hollanda da bir ölçüye kadar günümüzün futboluyla paraleldi. Ama...Mücadele, yaratacılık, makina gibi oyun, uzun-direkt ve kısa, isabetli ve muntazam paslar, kanatlarda gerek defansif kademede, gerekse ofansta müthiş uyum ve gidiş-gelişler, ikinci yarıdaki kontrollü oyunda dahi sürekli gelen kontrataklar, akınlar... Her yönüyle harikaydı.
Van Bronckhorst çizgiden çıkardığı bir top, 1 gol ve 1 asistle nasıl bir adam olduğunu tekrar gösterdi. Rangers günlerinden beri, sonrasında da gerek Arsenal, gerek Barcelona'da, Bronckhorst hep "underrated" bir adam olmuştur. Tam bir görev adamıdır, kanadında işini temiz yapar. Ve Şampiyonlar Ligi, Premier Lig, La Liga, veya özetler vasıtasıyla izlediğim her 5 maçının 1'inde bir kaleden top çıkarmışlığını görmüşümdür. Yine, her zamanki gibi, işini temiz yaptı...
İtalya kesinlikle Cannavaro'yu aradı. Donadoni'nin seçenekleri arasında bende bir no'lu soru işaretini yaratan ise Ambrosini tercihiydi. Kullanılabilecek çok daha kuvvetli alternatifleri vardı. Ki İtalya yaratıcı oyuncu sıkıntısı yaşadı. Milan'ın orta sahasını almışsın toptan, Ambrosini-Pirlo-Gattuso. Ama orada Kaka var. İtalya'da kim var bu rolde? Kimse olmayınca Toni'ye top dahi gelmedi(Kaleciyle karşı karşıya kaçırdığı hariç). Kaldı ki senin tuhaf bir şekilde yedek kulübende bıraktığın Serie A'nın bir no'lu orta saha oyuncusu De Rossi var...Ambrosini'nin kullanılıp da Perrotta-De Rossi ikilisinin kazığa çakılmasını anlamak, anlatmak mümkün değil. Ki Camoranesi ve Di Natale de nal topladı. Cassano ise tek maç üzerinden at gözlüklü yorumu yapacak kimselere "Bu adam bitmiş" dedirtircesine oynadı... Son olarak ise, Nesta bu kadroda neden yok? Milli takımdan emekli olmadı ama kendi isteğiyle evliliği nedeniyle 2007'de iki maçta kadroya çağrılmak istemediğinden beri kadroya alınmamış. Her ne olursa olsun, Cannavaro-Nesta ikilisi, Materazzi - Barzagli ikilisine kıyas kabul etmezdi. Velhasıl, hiç değilse ofansif zenginliği artırmak için, bekte Panucci'yi kullanmak yerine sağda Zambrotta solda Grosso kullanılamaz mıydı? Ki Donadoni sonradan onu yaptı zaten...
İtalya'nın ve Catenaccio'nun bozgunu...Hollanda'nın ve göze hoş gelen güzel futbolun, "modern" futbola karşı mağrur zaferi...
6 Haziran 2008 Cuma
Nizip Savaşı : Bir Garabet Masalı
Senelerden 1839'da, Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa komutasındaki ordu ile Osmanlı ordusu çarpışır. Öncesi uzun hikayedir de, sonrası tarihin dedikodularına göre haberi duyan Padişah 2. Mahmut kalp krizi geçirip hakkın rahmetine kavuşur. İbrahim Paşa batıya doğru ilerlemesini sürdürür, Osmanlı Ordusu'nu ikinci kez Kütahya'da yenmek ve devrin büyük devletlerince "hop" denilip payitahta doğru ilerlemek üzere.
Geleceğin ünlü Alman mareşali, 1866 7 Hafta Savaşı ve 1870-71 Fransa-Prusya savaşının muzaffer kumandanı Helmuth von Moltke Nizip Savaşı esnasında Osmanlı Ordusu'nda gözlemci ve danışman olarak görev yapmaktadır.
Nizip'te Osmanlı Ordusu konumlanmış durumdayken, İbrahim Paşa'nın ordusu yeni yeni alanda mevzilenmektedir. Günlerden Perşembe'dir. Danışman Moltke, evvela düşman toparlanmadan saldırıp işi bitirmeyi ve o planın ertesinde de Osmanlı komutanlarına bir gece baskınıyla sürpriz unsuru yaratarak mağlup etmeyi öngören planlar sunar. Komutanlar her ikisini de reddeder. Zira, "Düşman toparlanmadan ve geceleyin, hele bir baskınla saldırmak Osmanlı'nın şanına yakışmayacaktır".
Cuma günü geldiğinde İbrahim Paşa'nın ordusu halen tam anlamıyla toparlanmamıştır. Moltke saldırılması gerektiğini vurgular. Ancak, "Cuma mübarek gündür"...
Cumartesi günü saldırıya geçen İbrahim Paşa'nın ordusu, Osmanlı Ordusu'nu Nizip'te ağır bir bozguna uğratır...
Geleceğin ünlü Alman mareşali, 1866 7 Hafta Savaşı ve 1870-71 Fransa-Prusya savaşının muzaffer kumandanı Helmuth von Moltke Nizip Savaşı esnasında Osmanlı Ordusu'nda gözlemci ve danışman olarak görev yapmaktadır.
Nizip'te Osmanlı Ordusu konumlanmış durumdayken, İbrahim Paşa'nın ordusu yeni yeni alanda mevzilenmektedir. Günlerden Perşembe'dir. Danışman Moltke, evvela düşman toparlanmadan saldırıp işi bitirmeyi ve o planın ertesinde de Osmanlı komutanlarına bir gece baskınıyla sürpriz unsuru yaratarak mağlup etmeyi öngören planlar sunar. Komutanlar her ikisini de reddeder. Zira, "Düşman toparlanmadan ve geceleyin, hele bir baskınla saldırmak Osmanlı'nın şanına yakışmayacaktır".
Cuma günü geldiğinde İbrahim Paşa'nın ordusu halen tam anlamıyla toparlanmamıştır. Moltke saldırılması gerektiğini vurgular. Ancak, "Cuma mübarek gündür"...
Cumartesi günü saldırıya geçen İbrahim Paşa'nın ordusu, Osmanlı Ordusu'nu Nizip'te ağır bir bozguna uğratır...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)