Güneşin Zaptı Yakın

Transandantal Dervişler Ocağı'na hoşgeldiniz!
Ekmeğinizi, suyunuzu alın.!
Ve dönmeye başlayın...

Ocağın Temel Kelamı

"Hayat, koordinatları belli olmayan bir alan üzerinde kopartılan patırtıdır; evren ise sara hastalığına tutulmuş geometri..." Cioran
İnsan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnsan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Nisan 2013 Perşembe

Olay Kaynağı Haline Gelme İsteği / L'envie de devenir source d'événements

"Bir inanç tarafından ele geçirilip onu ötekilere iletmeye çalışmayan insan, selamet saplantısının hayatı soluksuz bıraktığı bir yer olan yeryüzüne yabancı bir olaydır. Etrafınıza bakın: Her tarafta vaaz veren solucanlar; her kurum bir misyonu dile getirir; tapınaklar gibi belediyelerin de mutlakları vardır; yönetimin ise yönetmelikleri - maymunların kullanımına yönelik metafizik...Hepsi de bütün insanların yaşamına çare bulmaya çabalar: Dilenciler ve şifasız hastalar bile buna can atarlar: Dünya kaldırımları ve hastaneler reformcularla dolup taşar. Olay kaynağı haline gelme isteği, her birinin üzerine zihinsel bir karışıklık, ya da kişinin kendi istediği bir lanet gibi etki eder. Toplum - bir kurtarıcılar cehennemi! Diogenes'in elinde lambasıyla aradığı ilgisiz biriydi..."

//////

"Un etre possédé par une croyance et qui ne chercherait pas a la communiquer aux autres, - est un phénomene étranger a la terre, ou l'obsession du salut rend la vie irrespirable. Regardez autour de vous: partout des larves qui prechent; chaque institution traduit une mission; les mairies ont leur absolu comme les temples; l'administration, avec ses réglements, - métaphysique a l'usage des singes...Tous s'efforcent de remédier a la vie de tous: les mendiants, les incurables meme y aspirent: les trottoirs du monde et les hopitaux débordent de réformateurs. L'envie de devenir source d'événements agit sur chacun comme un désordre mental ou comme une malédiction voulue. La société, - un enfer de sauveurs! Ce qu'y cherchait Diogéne avec sa lanterne, c'était un indifférent..."

Cioran

2 Şubat 2013 Cumartesi

Kötülük Sarmalı

İyilik iyiliği genellikle doğurmuyor.

İyilik yapılan iyiliğe illa ki kendisine iyilik yapan kimseye veya bir başka kişiye iyilik yaparak tepki/cevap vermiyor.

Güdüsel, ve dolayısıyla düşünsel olarak almaya yönelimi olan insanın, davranış örgüsü de bu şekilde şekillenmediğinden, "şeyler" bu şekilde yürümüyor.

Ancak kötülüğü doğuran, hep kötülük oluyor. Kötülüğün kaynağı da, sonucu da kendisi.
Kendisine kötülük yapılan, kendisine kötülük yapandan dahi öte, elde ettiği tecrübe ışığında, diğer kişilere kötülükle insan türünün başlangıcında belki de ilk fiillden başlayarak kurulmuş olan döngünün içine giriyor.

Böyle doğdu ve sürüyor kötülük sarmalı.

"En büyük zalimler, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından" çıkıyor..


7 Haziran 2011 Salı

The Most Dangerous Bar to the Liberties / Özgürlüğün Önünde En Büyük Tehlike





"I believe that banking institutions are more dangerous to our liberties than standing armies. If the American people ever allow private banks to control the issue of their currency, first by inflation, then by deflation, the banks and corporations that will grow up around the banks will deprive the people of all property until their children wake-up homeless on the continent their fathers conquered".- Thomas Jefferson, 1802


"Bankacılık kurumlarının özgürlüklerimize karşı düzenli ordulardan daha tehlikeli olduğuna inanıyorum. Eğer Amerikalılar bir zaman özel bankaların kendi paralarının basılmasını kontrol etmesine, önce enflasyon, daha sonra deflasyonla izin verirse; bankaların etrafında büyüyen banka ve şirketler insanları çocukları atalarınca fethedilmiş kıta üzerinde evsiz olarak uyanana kadar tüm mülkiyetten yoksun bırakacaklar." Thomas Jefferson, 1802

4 Haziran 2011 Cumartesi

Homo Consumens





"Homo Consumens(Tüketen İnsan)... Vaktini, ilgisini çekmeyen insanlarla, ilgisini çekmeyen işler yapmak, ilgisini çekmeyen, onu ilgilendirmeyen şeyler üretmekle geçirir; Üretim yapmadığı süre içindeyse tüketmektedir. Sonsuza dek emmek üzere ağzı sürekli açık duran, hiçbir çaba harcamaksızın, hiçbir içsel etkinlikte bulunmaksızın sıkıntı giderici (ve sıkıntı üretici) sanayinin ona zorla kabul ettirdiği şeyleri -sigara, içki, sinema, spor, konferans- yalnızca bütçesinin elverdiği ölçüyle sınırlı olmak üzere yutmaktadır. Ama "sıkıntı giderme sanayisi", yani, yararsız şey satma sanayisi, otomobil sanayisi, sinema, televizyon sanayileri vs., yalnız ve yalnız, sıkıntının bilinçli hale gelmesini önlemede başarılı olabilirler. Hatta, tuzlu bir içecek nasıl susuzluğu arttırırsa, bunlar da aynı şekilde sıkkınlığı arttırırlar. Ama bilinçsiz de olsa, sıkıntı, sıkıntı olarak kalır."


Erich Fromm - Umut Devrimi

18 Ocak 2011 Salı

Karl Popper


1902'de Avusturya'da dünyaya teşrif edip 1994'te müteveffa olmuş, felsefe ve sosyoloji alanları bakımından bilinen ve önemli bir isim olan Sir Karl raimund popper'ın en temel teoremleri bilim felsefesi üzerinedir. `verification` - yani doğrulama temel ölçü iken kendisi `principle of falsification` doğrultusunda `refutation` - çürütme/tersi ile sınama vasıtasıyla kuramların yanlışlığının ortaya çıkarılarak yürürlükteki kuramların oluşturulmasının bilimsel metotta esas olması gerektiğini savunmuştur. Eleştirilemeyecek, karşı çıkılamayacak kesin bir bilimsel kural yoktur(Gerçi popper bazı yerlerde(örn: evrim mevzuu gibi) oynak bir hava içindedir). ilk adı William Whewell tarafından konan "varsayımcı tümdengelim"in(hypothetico-deductive model) savunucusudur. Bu teorileri destekçi bulduğu kadar eleştiri de almıştır; zira insan olmasa da var olan bir doğa vardır ve insanın buradan çıkarsadığı bir bilgiyi doğrulamak olmalıdır esas amaç, aksiyle sınamaktan ziyade; mantığıyla eleştirilmiştir.

Kendisinin diğer fikirleri de esasında bilim felsefesindeki temel doğrultusunda şekillenmiştir. Kendisi bu arada eski bir marksisttir ancak daha sonra temel noktalar üzerinden Marksizm eleştirisine girmiştir. Siyaset felsefesi bakımından yine ideal bir toplum ve sistem olmadığını, ütopyanın hükümsüz olduğunu belirtmiştir. Determinizm'e hep karşı çıkmıştır ve onu `tarihselcilik`  ve `otoriterlik` ile bağıntılamıştır. `Realist` bir açıdan yaklaşır. Sistemin değerlerini yenilenebilirlik, dinamizm ve organiklik olarak kurmuştur ve de sistemin ancak düzenleyenlerin zekaları ölçüsünde olabileceğini ve `Zaman testi`ne(`Test of Time`) karşı dayanıksız olduğunu savunmuştur. O bakımdan eleştiri ve esnek problem çözümünü şart bulmuştur. "Açık toplum" ideası da bu yöndedir; ancak illa ki `Soros`ik oluşumların bugünkü mantığıyla bağdaştırmamak gerekir kanımca.

Yine insan mutluluğu üzerine de aynı bakışla yaklaşmış, mutluluk için de kesinlik olmadığını, ancak mükemmeli yaratmak yerine dert ve problemleri giderip kötüyü ortadan kaldırmanın en iyi yol olduğu düşüncesindedir.

Yani nihayetinde Popper'ın iki kelimelik özetini vereyim ben size, tüm fikirleri ve üzerine çalıştığı sosyal bilim dalları için geçerli:

`falsification` ve `refutation` - `çürütme`/`tersi ile sınama`

12 Ocak 2011 Çarşamba

L'Animal Indirect / Dolaylı Hayvan


"Alors que les bêtes vont directement à leur but, il se perd dans des détours; c'est l'animal indirect par excellence."

Hayvanlar hedeflerine doğrudan giderken, o, dolambaçlarda kaybeder kendini; tam anlamıyla dolaylı hayvan odur."

E.M.Cioran

2 Ocak 2011 Pazar

Kürk Mantolu Madonna

Öncelikle bu kitabı çok sevdim,onu belirteyim. Ancak "o vurucu etki"yi bende yapmadı.

Kitapların vurucu etkisi insanların kitabın dokunduğu, daha doğrusu neşter attığı konuları daha evvelden etraflıca düşünüp düşünmediğiyle, bunlarla ilgili karar ve yargılara varıp varmadığına, yahut bir sonuca varmasa bile mevzu hakkında kafasında belli bir öncül ve düşünsel kırıntı bulunup bulunmadığına bağlı olarak değişir.

Ben bu kitabı okuduğumda kitabın dokunduğu mevzulara dair (kendimce) bir takım yaşam evreleri tecrübe etmiş,(yine kendimce) bolca kafa yormuş, belli hükümler vermemiş olsam da belli çıkarımlara ve ön kabullenmelere varmış bir kimse idim. Kitabın pek çok noktasında kendimden de birşeyler bulduğumu söyleyebilirim; küresel nitelikte insani olgular barındırsa da bu coğrafyanın insanına daha yakın bir yerli karakter var. Bulmadığım noktaları da hissedebildim `empatik` biçimde.

Her halükarda, dönüp baktığımda, kitapları alt çizerek okumaya başladığımdan beri çizgi sayısı bakımından en yoğunluklu kitaplardan olduğunu görüyorum.Kitapta var olan ince bir şekilde yerinde dile getirilmiş ve muazzam nitelikte tespitlere dikkat vermeden geçilmemeli kat'iyen. Kitabın edebi değeri muazzamdır. Penceresi örtük insanların içine tutulmaya çalışan, bir çizikle kenarından çatlamış bir düz ayna gibidir. İnsanı iyi tanıyan bir yazardan büyük soruların ve büyük `hülya`ların zor ve fırtınalı kitabıdır Kürk Mantolu Madonna.

Fakat öte yandan da `Raif Efendi` karakterini biraz fazla saf bulduğumu da belirtmeden geçemem, her ne kadar yazar, adamın iç dünyasına ilişkin detayları etraflıca verse de, yahut belki de 30'lu yıllar insanı düşünüşünün bugünküyle paralel olmadığı gerçeğini bilsem de. `Maria Puder` de tam tersi gerçek üstü derecede "bilmiş" ve "aykırı" gelir; yazarın bu detaylı karakter çözümlemeleri güzel olmasına güzeldir de, dikkatli bir okuyucu yer yer karakterlerin evvelkilerle/sonrakilerle çelişen söylemlerini veya hareketlerini fark edebilir. Belki de yazar gerçekçilik adına bunlara dokunmamış olabilir, ya da hiç farketmemiş de olabilir.

Berlin'de bir sene soğuk ve gri havalarda dur durak bilmez uzun yürüyüşlerle yaşamış bir kimse olarak kitaptaki çoğu bölümün berlin'de geçmesi nazarımda ayrı bir hava yaratmıştır. kitaptaki Berlin tasvirleri(daha çok batı kısmında geçer şehrin) kitabın havasına uygundur, ancak şehri tasvirde pek de detaya inilmemiştir.

Kitaptan birkaç alıntıyla kitabın güzel anlatılarını aktarmak isterim.

Çaresizlik, arayış ve kırıklık

"Hiç kimsenin kabahati yok...Hatta benim bile!.."
"Zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışım değil miydi?"
"Hayatta hiçbir zaman kafanızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim."
"kendimi bildim bileli, bütün günlerimi, habeim olmadan ve nefsime itiraf etmeden, bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden bütün diğer insanlardan kaçmıştım."
"Başka yollardan gittiğimiz halde ikimiz de aynı neticeye varmışız. İKimiz de birer insan arıyoruz, kendi insanımızı..."

Menfaat

"Herkesin Almanya'yı kurtarmak için kendine göre bir fikri vardı. Fakat bütün bu fikirler hakikaten Almanya'ya değil, her birinin şahsi menfaatlerine bağlıydı."
"...Kendisinden para alan insanlara karşı birdenbire değişiyor ve buna galiba "meslek ahlakı" diyor. "Kazanç ahlakı" dese daha doğru olacak."

Değer mefhumunun öznelliği üzerine:

"Siz benim Atlantik'teki işimi belki pek hazin buldunuz, halbuki ben onun böyle olup olmadığının farkında bile değilim..." "...O zaman kendi istediğimi değil, benden istenileni yapmaya mecbur olacağım...Asla...Asla...Vücudumu pazara çıkarmayı tercih ederim...Çünkü onun bence ehemmiyeti yok..."

ve bunların yanında hikaye akışı içinde anlam kazanan bir dolu cümle.

Gitti Sabahattin Ali de Raif gibi gitti. Bu böyle olmamalıydı.

5 Eylül 2010 Pazar

İdrak ve Kırıklık Devri?



Aslında dolaylı olarak Aşağı Türleşme Devri adlı birkaç ay önceki yazımdan ilham alan bir yazı bu.

O yazıya "Outlaw" şöyle bir yorum yapmıştı önceki gün:
"alinti nereden bilemiyorum, ama hobsbawm'in son dönemlerde verdigi ropörtajlarda "hala umut var" tarzi bir söylemi var bildigim kadariyla. ancak kendi mensubu oldugu kesimin, kp'lerin devrinin kapandigini savunuyordu. sanirim bu sözlerle kastettigi daha cok böyle bir sey..."

Benim cevaplarım da şu şekilde olmuştu.

Alıntı "Yeni Yüzyılın Eşiğinde"'den.

Her insan için elbet umut vardır, ve beraberinde umudun "bir gün" muhakkak gerçekleşeceği sanrısı da gelir;zira umut olmaksızın anlam yitecektir.

Hobsbawm'ın sözünde de umut farkedilebiliniyor, belki de o şekilde olmadıysa da beriki bir şekilde umduklarının gerçekleşebileceği inancındadır..

Bunun yanısıra çeşit olması açısından şu alıntıyı da vereyim; Kısa 20. yüzyıl-Aşırılıklar Çağı kitabında Britanyalı müzisyen Yehudi Menuhin'den bir alıntı vermiş Hobsbawm kitabın girişinde, muhtemelen kendisi de bu alıntıya sempati duyduğundan:

"20. yüzyılı özetlemek gerekirse, insanlığın o zamana kadar idrak ettiği en büyük umutları canlandırdığını ve bütün hayalleri ve idealleri yıktığını söyleyebiliriz."

Bütün bunların üzerine kafa yorarken, bu soru-cevap seansının aklımdaki bir takım şeylerle birleşmesiyle nöronlarıma saplanan birtakım noktalar oldu.

Aslında bu yüzyılın insanlık tarihi açısından da sahip olduğu yahut olacağı önemi saptamaya çalışıyorum.(Evet, biraz iddialı, farkındayım)

İnsan türü çok önemli bir evreden geçiyor..Bu belki de bir öze dönüş yolculuğunun başlangıcı mı?

Yukarıdaki cevapta vermiş olduğum, 20. yüzyılın en büyük keman sanatçılarından biri(kimince en büyüğü) olarak kabul edilen, 20. yüzyılın büyük bir kısmını görmüş ve yaşamış müteveffa zat Yehudi Menuhin'in yapmış olduğu tespit çok önemli. 

"20. yüzyılı özetlemek gerekirse, insanlığın o zamana kadar idrak ettiği en büyük umutları canlandırdığını ve bütün hayalleri ve idealleri yıktığını söyleyebiliriz"...

20. yüzyıl aslında olan biten açısından çok hararetli bir yüzyıl olmakla beraber, tarihsel ölçekte mevcut olan hal ve gidişattan, yani statükodan yana bir kırılma değil, statükonun doğrudan tezahürüdür. Bireysel ve toplumsal tecrübenin yoğunluğu dönemidir. Dinamik, hızlı bir akış dönemidir.

20. yüzyıl esasında bir bilinç çağıdır da. İnsanlığın bir şeyleri anlayabilmesi ve değiştirebilmesi için büyük acılar çekmesi gerektiğini, bütün bunları yaşamadan hiç bir değişimin mümkün olamayacağını bilmek için müneccim olmaya gerek yok. Değişim bir süreç halinde gelse ve sancılı da olsa, "Acı yok Rocky!" diye yola devam edebilmektir mühim olan.Fakat insanoğlu herhangi bir değişimin değişme isteğini ve dolayısıyla talebini ortadan kaldırabilecek potansiyelde korkunç sonuçlara neden olduğunu görmüştür. Çok kısa bir kuşak devresi içinde tecrübe ederek öğrenmiştir. Her kalıntının temizlenmesi, oluştuğu ve yaşadığı zamanın birkaç katı kadar zaman alır. Öyleyse "Adem"'in hayatının kalıntılarını dahi yaşamaktayız biz burada, ve çok eskilerden, yıllardan asırlardan çağlardan devirlerden beri oluşagelmiş kollektif bilinç, kültür ve mentaliteleri, "insan doğası" olarak adlandırdığımız tabiat halet-i ruhiyesini bir yaşamlık sürelerde ortadan kaldırmak mümkün değil. Uzun sürede "ortak iyi" adına müspet addettiğimiz bir "değişim"in gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise tamamen amaçlanan şeye göre doğru sayısını ölçmek mümkün olmayan tesadüflerin doğru sıra, zaman ve şekillerde meydana gelmesiyle mümkün olacaktır; tıpkı da bugün içinde yaşadığımız ortam, bulunduğumuz durum gibi aslında..

İnsan, umutların yeşermesi için uygun olduğunu düşündüğü bir atmosferde, umudu ekmek olarak ele aldığı geçtiğimiz yüzyılda imkansızlığı ve kırıklığını bütün ağırlığıyla her alanda yaşamıştır. Yanlış anlaşılmasın; ben olayı sadece savaşlarla falan sınırlamıyorum, bu çok fazlasıyla eksik ve mantıksız olur. Benim kapsamım sonsuzluğa uzanan bir düzlemde tüm her şey..

Bu yüzyıl ise bence bütün olguların idrakı ve kırıklığın içselleştirilmesi devridir..Halihazırda dünyayı çok büyük ölçüde çoktan değiştiren, daha da değiştirmeye aday,dünyaya aslında çok büyük ölçüde katmış ve katacak iki unsur var.. Paylaşım ve Hareketlilik. Internet ve de yaygın+hızlı fiziksel insan mobilitesi çıktı çıkalı ve kullanımı gitgide milyarlara yansıdıkça, ve bütün bunların yansıma etkileri(yani 3. kişilere tezahürü) katlandıkça her bir bireyde ve toplumda fikirlerin, bilgilerin, düşüncelerin, kültürlerin, bakış açılarının, teknolojinin, üretilen her türlü maddi ve manevi varlığın(fikri/sınai metalar, eşya vs.) ve esasen insan tavrının,düşünüşünün ve mentalitesinin tüm yönleri, ve hatta bunun yanısıra tabiatın sahip olduğu bütün materyaller, özellikler, mekanlar ve sırlar, halen yolun başında olunmakla birlikte, tüm insanlar nezdinde ortaya dökülüyor. İnsan Aslında çok farklı olduğu sanılan noktalarda sonsuz sayıda ortak nokta bulunuyor. Ve her şey aynı kapılara çıkıyor. İnsanlar geniş skalada kendi acziyetinin, zayıflığının farkına varıyor. Aslında daha en antik olduğunu düşündüğümüz çağlarda bile, insan üzerine söylenebilecek her şey zaten çoktan söylenmiş durumdadır. Bunları ilk söyleyenlerin üzerine, yahut onlardan sonra yazılanlar, malumu farklı farklı üslup ve biçimlerde ilamdan, mufassal(ayrıntılı) kıssayı efsaneleştirmekten öte çabalar değildir. Ancak insan türü, bu çağda tutulan aynayla bunu geniş ölçekte,doğrudan görüyor, tecrübe ediyor, yaşıyor.. 

Bu çağ, gerçekliğin, yıkımın ve ziyanın idrakı ve bunun yarattığı kırıklığın devridir...

Gelecek çağlar insan türünün bu idrak eşliğinde kırıklıktan kurtulmaya, çaresiz duruşunu ve görünümünü aşmaya çabalayacağı devirler olacaktır, ve bu da kendi gerçekliklerini her daim reddeden insan türü için, eski çağlar gibi, ve onlar kadar, sıkıntılı olacaktır. İnsan öz arayışı içine girecek ve ona dönmeye çalışacak, doğasına ve kimyasına uygun hale dönüş istemi ve arayışı, halihazırda mevcut ve baskın olan olgu ve unsurların yerlerini uzun vadede baskın çıkacak yenileri alana kadar gelecek çağların belirleyicisi olmaya devam edecektir...


Post Scriptum: Resim Stuff No One Told Me- stuffnoonetoldme.blogspot.com adresindendir.

3 Eylül 2010 Cuma

Ne Yapmalı?



"Ne yapmalı? Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi? En basit sorunların çözümünde bile bocalayan bu sözde devrimci gölgeyi, hiç düzeltmeden, biraz olsun çekidüzen vermeden, amaç edindiğimiz ülküleri gerçekleştirmek için hemen kavganın ortasına atıverelim mi? Kendini yönetmeyi beceremeyen kişileri, toplumları yönetmek, onlara yeni yollar göstermek için hemen başa geçirelim mi? Yoksa toplu eylemlerde kütlelerin başına bela olan zayıf kişilikleri önce sert ve sıkı bir sınavdan mı geçirmeli?

Ben kendimi yeterli görmüyorum. Ne için yeterli? Her şey için.Topluluğun eylemine engel olan sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek güçte olmadığımı seziyorum. Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak önce kendini düzeltmelisi, diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir:kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.

Ne yapmalı? Bu soruya hemen bir karşılık bulmak istenirse, elbette salt aklın verisiyle, ya da oradan buradan derlenmiş bir iki düşüncenin bileşimiyle bazı geçici çareler ortaya atılabilir. İnsan, ilk bakışta bu geçici çarelerin kendi buluşu olduğunu sanabilir. Oysa, örneğin, salt aklın verisi diye nitelendirilen kavramın biraz incelenmesi,bunun çoğunlukla toplumun etkisiyle elde edilen kalıplar olduğunu gösterecektir.Salt aklın verileri, insanı, gevşetmeye fırsat vermeyen amansız bir çalışmanın zorunluluğuna itebilir. Oblomovluk ve eğlence düşkünlüğü, dünyada eşi görülmemiş bir baskıyla yok edilmek istenebilir. Bütün kişisel bunalımlar, ucuz yaşantılara dönüşle ilgili bütün buhranlar, birer birer sindirilmek istenebilir. Herkes zaaflarını gizleyerek yalnız güçlerini ortaya koyar. İşte, görünüşte toplumsal eylemi geliştirmek, ileriye götürmek için salt akılla bulunduğu sanılan ve her çeşit eylem için kaçınılmaz ilkeler olarak ortaya atılan bu temel davranışlarda bile, kişinin ve çürümüş toplumun değiştirmek istemedikleri öz varlıklarını bilinçsizce koruma isteminin gizli baskılarını arayacaksın! Bilimsel bir kuşkuyla önce bütün zaaflarını çekinmeden ortaya atacaksın! Olmadık bir yerde ortaya çıkmalarını önleyecek ve toplumsal eylemdeki ortaklarını umutsuzluğa düşürmekten böylece kurtulacaksın.

Karşılıklı güven ve dayanışma ancak böyle bir sorunun varlığını duyduktan sonra sözkonusu olabilir. Fakat, bütün bu sorunlarını yalnız başına çözeceksin.Bunalımlarını, komplekslerini ve buhranlarını birlikte çalışacağın insanlara iletmeyeceksin. Kurulacak örgütü bir düşkünlerevine çevirmeye kimsenin hakkı yoktur. Birleşecek kişiler önce birleşecek güçte olmalıdırlar;önce bu duruma gelmelidirler. Onlar, yeni düzenler kurmak ve ilerlemek için birleşeceklerdir;körle kötürümün yoldaşlığı gibi bir iş için değil! Kendi sorunlarını çözemeyen bir kişinin, kusurlarının acısını başkalarına çektirmeye hakkı yoktur.

Yalnız, kişisel sorunları tek başına çözme eylemini de gereksiz bir aşırılığa götürmemelidir insan. Büyük örgütlerin kurulmasından önce, küçük örgütler oluşurken kişi, çevresinden kendini bütünüyle soyutlamayacaktır;kişisel sorunlarını çözerken başkalarından da bir bakıma yararlanacaktır."

Tutunamayanlar'dan

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Cioranist Manifesto


"İçgüdüsel olarak putlara taptığımızdan, düşlerimizin ve çıkarlarımızın nesnelerini kayıtsız şartsız şeyler haline getiririz"

"Olay haline gelme isteği, her birinin üzerine zihinsel bir karışıklık, ya da kişinin kendi istediği gibi bir lanet gibi etki eder"

"Bütün duygular mutlaklarını salgı bezlerinin sefilliğinden alırlar"


"Bizi çevreleyen şeylere, onlara isim verdiğimiz-ve ötelerine geçtiğimiz- ölçüde tahammül ederiz"

"Hiçkimse `havai`liğe hemen ulaşamaz. O bir ayrıcalık ve sanattır: her tür kesinliğin imkansız olduğunun farkına varan ve kesinliklerden tiksinen kimselerdeki yüzeysellik arayışıdır"

"Hayat ölümden fazla ürküntü verir:Büyük Meçhul odur"

"Atadan kalma ödlekliğimizin bize önerdiği çözümler, entellektüel edebinden yan çizmenin en beter yollarıdır. Yanılmak, kandırılmış olarak yaşamak ve ölmek;insanların yaptığı budur"

"Her geceden sonra, kendimizi yeni bir günün karşısında bulduğumuzda, o günü doldurma gerekliliğinin gerçekleştirilemez oluşu içimizi ürküntüyle doldurur"

"Anlar birbirini izler: Bir kapsamları olduğu yanılsamasına, ya da bir anlamları olduğu hayaline kapılmak için hiçbir sebep yoktur; cereyan eerler;seyirleri bizim seyrimiz değildir."

"Hayat, koordinatları belli olmayan bir alan üzerinde kopartılan patırtıdır; evren ise, sara hastalığına tutulmuş bir geometri..."

"Her varlık başka bir varlığın can çekişmesiyle beslenir"

"Kelimeler merhametlidirler: Narin gerçeklikleri bizi kandırır ve teselli eder"

"Düşkünlüğün kibiri olan isyan, soyluluğunu ancak yararsızlığından alır"

"Toplumun düzenini reddetmek de kabul etmek de aynı şekilde abestir."

"İnsanların var olmak ve harekete geçmek için sarıldıkları nedenleri, kendimde ortadan kaldırmak istedim. Sözle anlatılamayacak kadar normal bir hale gelmek istedim,-şimdi de sersemlemiş bir halde, budalalarla aynı düzeyde ve onlar kadar boşum."

"Ancak hakikate karşı hareket edilebilir. İnsan bütün bildiklerine rağmen, bütün bildiklerine karşı her gün yeniden başlar"

"Ebediyetle ilgili olan herşey, kaçınılmaz olarak harcıalem bir hal alır.

"Varoluşun içinden açıklamalarla sıyrılınamaz, buna ancak maruz kalınabilir"

"Başlangıçta, ışığa doğru ilerlediğimizi sanırız; sonra o hedefsiz yürüyüşten yorulur ve kendimizi yere bırakırız."

"Herşeyin beyhudeliği fikrinde ne ilerleme vardır, ne de bir sonuca varma"

"Hiçbir makul varlık tapınma nesnesi olmamıştır; bir isim bırakmamış, tek bir olaya bile damgasını vurmamıştır"

"Evren her bireyle başlar ve biter"

"Metafizikle bir tek genelev bağdaşabilir"

"Yaşam işaretleri: Zalimlik, fanatizm, hoşgörüsüzlük. Gerileme işaretleri: Canayakınlık, anlayışlılık, bağışlayıcılık"

"İnsanlık sadece kendini telef edenlere tapmıştır"

"Ürküntü devirleri sükunet devirlerini bastırır; insan olay bolluğundan ziyade olay yokluğundan rahatsız olur; tarih de onun can sıkıntısını reddetmesinin kanlı ürünüdür."

20 Mayıs 2010 Perşembe

Zenginleşme?

"In poor nations, the common people are comfortable; in rich nations, they are generally poor"

"Fakir uluslarda, genel olarak insanlar (madden) rahattır; zengin uluslarda, genelde fakirlerdir"


"Ideoloji" kavramını ilk kez ortaya atan Fransız aydınlanmacı teorisyen, "Das Kapital"'de "soğukkanlı burjuva doktrineri" olarak nitelenen Destutt de Tracy söylemiş, yanlış da dememiş. "Maddi Zenginleşme"nin toplumsal bazda tam olarak ne anlamlara geldiğini ve gelebileceğini, kapsamını ve süreçlerini sorgulamak isteyenler için iyi bir başlangıç noktası.

29 Nisan 2010 Perşembe

Kanama # 1 : Planlama - 1



Kanama...Bitmeyen Problemler(imiz) hakkında yeni bir seri.

Şu anki "plan" doğrultusunda

No : 1 --- Planlama

ile başlayacak,

No : 2 --- Denetim

ile sürdüreceğiz...




Planlama - 1

Türkiye'nin, ve bunun yanında toplumsal,ruhani,fiziksel,siyasal ve mental olarak bir takım şeyleri tam olarak oturtamamış bireylerin, ve dolayısıyla toplum, halk/millet ve devletlerin aksadığı en önemli noktalardan birisi, hatta belki de en önemlisi planlamadır.

Bitmeyen bir kanama, yok olmak bilmeyen bir atalet, ortaya çıkarılan ve meydana getirilenlerde verimsizlik ve temel eksiklikler, hatalar, kimi zaman kötü niyetli unsurlar, sonsuz görünen bir karmaşa sözkonusudur bu yığınlarda.

Bu aşamada planlamayı bir kaç bölüme ayırmak gerekmekte. En önemli kara delik, kamu hizmetlerini sağlayan kurum olduğu için devlette ise de, ya da devlet organizasyonunun büyüklüğü ve içindekilerin bize yansıma/akis ölçüsü nedeniyle bizi daha çok ilgilendirse de, planlama alanındaki kıtlık özel sektörler içinde de mevcuttur. Örneğin Türk özel sektörünün, büyüğünden küçüğüne her tür şirket veya ticari işletmenin kurumsallaşmayı ve markalaşmayı doğru dürüst becerememesinin altında da bir ölçüde bu sıkıntı yatmaktadır. Hatta bu sıkıntıyı sadece örgütsel, organizasyonel boyuta indirgemek yetersiz kalacaktır. Bunun toplumdan bireye değil, birey bazında yaygınlık nedeniyle topluma yayıldığının bilincinde olunması gereği de kritik bir noktadır. Bireysel / ailevi / topluluksal ölçüde benzer sıkıntılar yukarıda söylediğimiz insan gruplarının direkt olarak hayatlarının içinde.

Planlamanın başarılamamasının altındaki yatan faktörler ve planlama alanları ayrı ayrı irdelenmelidir. Zannımca şu şekilde bir ayrıma gidilebilir.

1- Alan Planlaması : Şehirler, kasabalar, köyler... Bununla da sınırlı değil, ormanlar, milli parklar, anıtlar, ören yerleri ve turistik bölgeler, dağlar, ve hatta odalar, metrekareler, veyahut da panolar, duvar parçaları... Alan olarak tezahür edebilecek her türlü hacimsel birimin maksimum fayda ile alana zarar vermeksizin ve alanı ihya edebilecek şekilde, fazlalık ve lüzumsuzluktan kaçınarak, objektif olarak duyuları rahatsız etmeyecek ve hoşa gidecek biçimlerde kullanımı...

2- Mali Planlama: Maliyet dökümleri. Girdi-çıktı hesapları. Detaylı bir hesaplama ve etkin bir varsayım ile meydana getirilmek istenen şeyin risk ve insan faktörleri de göz önünde tutularak minimal-ortalama-maksimal skalada emek, çaba ve parasal anlamda tutarı ve bunun mantığının bireylerde de oturtulabilmesi. Ne ceplerde akrep beslemek, ne de bol miktarda yağı oraya buraya sürmek. Ortaya çıkarılacak olanın verimi, getirileri ve götürüleri, detayların en ince parçasına kadar düşünülerek gözden kaçırılmaması.



3- Kurumsal Planlama: İcra edilmek istenenin en doğru ve düzgün bir şekilde başarılması için geliştirilecek ve kurulacak olan sistematik. Gerek yetkisel ve operasyonel gerekse insani sınırların ve gerçekten uygulanacak olan, havada kalmayacak temel prensiplerin efektif bir şekilde belirlenmesi ve nihai olarak herkesin işini meyve veren bir birlikte çalışma ile,doğru,dürüst ve layıkıyla yapması için gereken düzenlemelerin ve yapıların oluşturulması. Bununla birlikte pratikte işe yarayacak olanın en dikkatli biçimde ortaya çıkarılması, katı standardizasyonlarla veya var olan modellerle yetinilmeyip, en uygun çözümlere, kalıplara takılmaksızın, fakat yüksekten de uçmaksızın ulaşılabilmesi.

4- Meydana Getirilecek Olanın Planlaması: Ortaya çıkarılmak, icra edilmek, meydana getirilmek istenen maddi veya manevi değerin amaçladığı etki, varlığının doğru yerde olması, genel olarak getirilerinin, götürülerini aşması; götürülerinin geri döndürülemeyecek zararlara yol açacak derecede büyük ölçekte olmaması, getirilerininse rasyonel bir bakış açısıyla tamamen farazi ve varsayımsal getiriler değil, somut anlamda getiri niteliği taşıması. Meydana getirilecek olanın faydalı olması dışında mevcut imkanlar dahilinde olanca bir fonksiyonellik, pratiklik, estetik taşıyabilmesi, faydalarının saman alevi niteliğinde kalmasındansa uzun vadeye yayılabilmesi. Nitelik gereği önceki durumdan bir fark yaratabiliyor olması.


Bütün bunların teferruatlı analizine, sebep ve sonuçlarına girecek olduğumuzda ise bambaşka noktalar ortaya çıkıyor. Onlara da ikinci yazımızda değineceğiz.

28 Nisan 2010 Çarşamba

Aşağı Türleşme Devri?


"Yaptıklarıma pişman mıyım? Sanmıyorum. Şunu çok iyi biliyorum ki, bağlandığım davanın işlemediği kanıtlandı. Belki de onu seçmemeliydim. Fakat öte yandan, eğer insanların daha iyi bir dünyaya ilişkin herhangi bir idealleri yoksa, bu bir şeyleri yitirmiş oldukları anlamına gelir. Eğer erkekler ve kadınlar için tek ideal maddi değerler elde etmek suretiyle kişisel mutluluk peşinde koşmaksa, insanoğlu bu durumda bir aşağı tür olmanın ötesine geçemez."

Eric Hobsbawm

Not: Ekşisözlük'ten loser name'e teşekkürlerimle