"Küçük zekalar insanları,
Ortalama zekalar olayları,
Büyük zekalar fikirleri tartışırlar..."
Eleanor Roosevelt
Roosevelt familyasından bu hanım nine hakkında ise daha sonra ayrıntılı yazacağım.Enteresan bir kişilik.
13 Kasım 2009 Cuma
10 Kasım 2009 Salı
Özlediğimiz Ağlama Duvarımıza
Let us praise him
Build monuments to his glory
Sing hosannas to his name.
Dead men make
Such convenient heroes: they
Cannot rise
To challenge the images
We would fashion from their lives.
And besides,
It is easier to build monuments
Than to make a better world."
/
"Madem ki öldü salimen
Bırakın yüceltelim onu
Anıtlar inşa edelim görkemine
Adına rahmet okuyalım
Ölmüş adamlardan çıkar
Böyle münasip kahramanlar: onlar
Dirilemezler
Karşı çıkmak için
Yaşamlarından biçimlendireceğimiz imgelere
Hem, üstelik
Daha kolaydır anıtlar yapmak
Daha iyi bir dünya yaratmaktan"
Carl Wendell Hines
not: Ekşisözlük'ten marikaki'ye teşekkürlerle
2 Kasım 2009 Pazartesi
Kaçırma / Miss it not
Söylenecek çok fazla bir şey yok aslında. Dopdolu ve derinlikli diyaloglar, başarılı senaryo ve akıcı, sürükleyici örgüsü, sürekli değişen açılarda, kimi zaman şaşırtan muhteşem çekimler, titiz seçilmiş ve dizilmiş sahneler, muhteşem oyunculuklar, emperyal dönem kentlerinin arşidükü Viyana'nın dört bir yanından en güzel mekanlar, sahnelerdeki modu aynen yansıtan harika müzikler. Bu film ve ardılı Before Sunset 150 kez izlenmeli. Hele bir de Issız Adam ve muadilleri gibi önümüze sunulan kuru saçmalıklardan sonra... Aşağıdaki diyalog, Amerikalı bıçkın karizmatik delikanlımız Jesse(Ethan Hawke)'nin, maceracı çok bilmiş Fransız kızı Celine(Julie Delpy)'i tren istasyonunda gitmekten vazgeçirme, başka bir dille, elinden kayıp gitmesini engelleme sahnesi...Filmin en güzel noktası.Bence...
Jesse: Alright, I have an admittedly insane idea, but if I don't ask you this it's just, uh, you know, it's gonna haunt me the rest of my life
Celine: What?
Jesse: Um... I want to keep talking to you, y'know. I have no idea what your situation is, but, uh, but I feel like we have some kind of, uh, connection. Right?
Celine: Yeah, me too.
Jesse: Yeah, right, well, great. So listen, so here's the deal. This is what we should do. You should get off the train with me here in Vienna, and come check out the capital.
Celine: What?
Jesse: Come on. It'll be fun. Come on.
Celine: What would we do?
Jesse: Umm, I don't know. All I know is I have to catch an Austrian Airlines flight tomorrow morning at 9:30 and I don't really have enough money for a hotel, so I was just going to walk around, and it would be a lot more fun if you came with me. And if I turn out to be some kind of psycho, you know, you just get on the next train.
Jesse: Alright, alright. Think of it like this: jump ahead, ten, twenty years, okay, and you're married. Only your marriage doesn't have that same energy that it used to have, y'know. You start to blame your husband. You start to think about all those guys you've met in your life and what might have happened if you'd picked up with one of them, right? Well, I'm one of those guys. That's me y'know, so think of this as time travel, from then, to now, to find out what you're missing out on. See, what this really could be is a gigantic favor to both you and your future husband to find out that you're not missing out on anything. I'm just as big a loser as he is, totally unmotivated, totally boring, and, uh, you made the right choice, and you're really happy.
Celine: Let me get my bag.
Mut
" İnsan başta hiç mutlu degildir, ama bütün hayatını kendisini mutlu edecegini sandığı bir şeyin peşinde çabalayarak geçirir; nadiren amacına ulaşır, ulaştığında da yalnızca düş kırıklığıyla karşılaşır. Sonunda bir enkaz gibidir ve limana direkleri ve donanimlari yok olmuş bir şekilde gelir. Ondan sonra da mutluluk ya da mutsuzluk aynıdır. Çünkü hayatı içinde bulunduğu her dakika, yok olan andan fazlası değildir ve şimdi de sona ermektedir."
Arthur Schopenhauer
Fi Tarihi
Mut / Mersin
Arthur Schopenhauer
Fi Tarihi
Mut / Mersin
31 Ekim 2009 Cumartesi
C.
"Küçük kumarlarınız vardır. On kuruşluk tombalalar. Şimdi kim bilir kaç kere evde, kim bilir kaç kadının 'Aman ayol, bu ne kötü şans böyle,' sözüne kim bilir kaç erkek 'Üzülmeyin, kumarda kaybeden aşkta kazanır,' diyordur. Kim bilir kaç erkek de acele edip bu sözü ondan önce söyleyemediler diye onu kıskanıyordur.Biliyorum sizi.Küçük sürtünmelerle yetinirsiniz.Büyüklerinden korkarsınız.Akşamları elinizde paketlerle dönersiniz.Sizi bekleyenler vardır.Rahatsınız.Hem ne kolay rahatlıyorsunuz.İçinizde boşluklar yok.
Neden ben de sizin gibi olamıyorum? Bir ben miyim böyle düşünen? Bir ben miyim yalnız ? "
4 Ağustos 2009 Salı
Grup Vitamin - Istanbul'da
Bizi uzun yıllar güldüren gayri-ciddi adamların, bu ülkede yaptıkları şeyi,her nasıl adlandırmak gerekiyorsa, sadece kendilerinin yapmış olduğu özel adamların, son derece ciddi ilk, tek ve son şarkıları...
Grubun baş aktörü Gökhan Semiz'in ardından tekrar çıkarılmış ve bu nispette daha da bir anlamlı.
Ve.
Çok yazık.!
Hangi şarkı mı?
Tık atın
Bu şarkıyı tek celsede geçmek gerekirdi.
Grup Vitamin'e ayrıca değineceğim. Uzun uzun. Damgalarını vurdular yediden yetmişe belleklere, her ne kadar gitmiş olsalar da.
Dipnot: Bu yazıda yakaladığım bayık Yılmaz Özdil üslubu için özürler ola...
17 Temmuz 2009 Cuma
Acıya Dair
Ve bir kadın konuşarak, bize Acı'dan söz et dedi.
Ve o dedi ki:
Acınız idrakınızı saran kabuğun kırılmasıdır.
Nasıl meyvanın çekirdeği kırılmak zorundaysa, canevinin güneşi görmesi için, siz de acıyı tanımak zorundasınız.
Ve eğer yüreklerinizi yaşamlarınızın gündelik mucizeleri karşısında merak ve hayranlıkla dolu tutabilsediniz, acınız da en az sevinciniz kadar harikulade görünürdü.
Ve yüreğinizin mevsimlerini kabullenirdiniz, tıpkı tarlalarınızdan geçen mevsimleri her zaman kabullendiğiniz gibi.
Ve hüznünüzün kışlarını dinginlikle seyrederdiniz.
Halil Cibran
14 Temmuz 2009 Salı
Lizbon'da Bir Huzursuz
Bir şey kalmaz geride, hiç bir şey. Hiçiz biz.
Biraz güneşte, biraz havada geciktiririz
üzerimize çöken solunamaz karanlığı,
Küçük düşürülen, dayatma altındaki yeryüzünü.
Üreyen, ertelenmiş cesetler,
kararlaştırılmış yasalar, görülmüş heykeller,
Bitirilmiş methiyeler...
Her bir şeyin kendi mezarı vardır.
Bizlerin, bildik bir güneşin kan bağışladığı etin akşamı
oluyorsa
onların neden olmasın.
Öyküyüz biz, öyküler anlatan, başka hiç...
Fernando Pessoa
13 Temmuz 2009 Pazartesi
11 Temmuz 2009 Cumartesi
Adamlar, Adamlar !
"Romen" Diyojen bir gün sokak ortasında, "Adamlar! Adamlar! " diye haykırmaya başladı. Halktan, eşraftan bir kısım insan etrafına toplandı. "Romen" Diyojen, "Ben adamları çağırıyorum!" diyerek sopası ile onları ürküttü.
8 Temmuz 2009 Çarşamba
Elitizm ve Ayrım
Arkadaşım.
Etrafına bak.
Senin üstündeki ve görüntün sana göre daha güzel diye,
Senin paran daha fazla diye,
Senin ailen ve her anlamda senin gibi olduğuna gönülden inandığın, çevren senin o at gözlüklü çerçevende sözde daha üst bir toplumsal ve bireysel statüye sahip diye,
Sen daha iyi bir okulda okuyup da salt bu nedenle kendini daha "eğitimli" zannediyorsun diye,
Senin başkaları üzerinde oluşturduğun menfi etkiler nedeniyle gücünün daha çok olduğunu sanıyor, kendini kudretli ve haşmetli görüyorsun diye,
Sen kendini bir halt zannediyorsun diye,
Sen kendi söylediklerini, konuştuklarını, yaptıklarını daha matah, daha komik, daha önemli zannediyorsun diye,
Sen çakalsın, senin gözün açık diye,
Sen kendince çok birşeyler yaptığını, en doğruyla iştigal ettiğini düşünüyorsun diye,
Senin meşgalenin kendine yine kendi kriterlerine daha fazlasını getiriyor diye,
Sen diğerlerinden çok farklı, özgün ve de özel olduğunu sanıyorsun diye,
Sen çok aktivitede, çok farklı mekanlarda bulundun diye,
Sen kendi kriterlerine göre üstünlük tanıdığın kendin gibilerle aynı çevredesin diye,
Sen dışarıya muhteşem bir imaj veriyorsun ve kendine temelsiz bir biçimde güveniyorsun diye,
Senin ve de çevrenin yaşadığın, bulunduğun, çalıştığın, takıldığın yer madden daha çok değer barındırıyor diye,
Nasıl diğerlerinden üstte oluyor, onları nasıl hor ve hakir görüyor, eziyor, onlarla nasıl maytap geçiyorsun?
Aynaya bak, bir de sokağa çıktığında gördüklerine bak. Seni diğerlerinden ayıran gerçekten nedir?
Sen kimsin? Bütün bunları haklı çıkaracak ne yaptın? Kim olduğunu zannediyorsun? Senin ve benimsediklerinin artıları, kendi kafanda yarattığın bir avuç saçma sapan kriterlere göre çok, ama bunun dışında gerçekten var mıdır ve varsa nedir? Bilincinde ve bilincinin altında bütün bunları oluşturan etmenler nelerdir?
Peki bütün bunlardan sonra sen niye haklısın? Nasıl bunları yapabiliyor ve kendinde ciğer, kalp ve beyin olduğu iddiasında bulunabiliyorsun?
Seni aşağılık elitist seni...
Etrafına bak.
Senin üstündeki ve görüntün sana göre daha güzel diye,
Senin paran daha fazla diye,
Senin ailen ve her anlamda senin gibi olduğuna gönülden inandığın, çevren senin o at gözlüklü çerçevende sözde daha üst bir toplumsal ve bireysel statüye sahip diye,
Sen daha iyi bir okulda okuyup da salt bu nedenle kendini daha "eğitimli" zannediyorsun diye,
Senin başkaları üzerinde oluşturduğun menfi etkiler nedeniyle gücünün daha çok olduğunu sanıyor, kendini kudretli ve haşmetli görüyorsun diye,
Sen kendini bir halt zannediyorsun diye,
Sen kendi söylediklerini, konuştuklarını, yaptıklarını daha matah, daha komik, daha önemli zannediyorsun diye,
Sen çakalsın, senin gözün açık diye,
Sen kendince çok birşeyler yaptığını, en doğruyla iştigal ettiğini düşünüyorsun diye,
Senin meşgalenin kendine yine kendi kriterlerine daha fazlasını getiriyor diye,
Sen diğerlerinden çok farklı, özgün ve de özel olduğunu sanıyorsun diye,
Sen çok aktivitede, çok farklı mekanlarda bulundun diye,
Sen kendi kriterlerine göre üstünlük tanıdığın kendin gibilerle aynı çevredesin diye,
Sen dışarıya muhteşem bir imaj veriyorsun ve kendine temelsiz bir biçimde güveniyorsun diye,
Senin ve de çevrenin yaşadığın, bulunduğun, çalıştığın, takıldığın yer madden daha çok değer barındırıyor diye,
Nasıl diğerlerinden üstte oluyor, onları nasıl hor ve hakir görüyor, eziyor, onlarla nasıl maytap geçiyorsun?
Aynaya bak, bir de sokağa çıktığında gördüklerine bak. Seni diğerlerinden ayıran gerçekten nedir?
Sen kimsin? Bütün bunları haklı çıkaracak ne yaptın? Kim olduğunu zannediyorsun? Senin ve benimsediklerinin artıları, kendi kafanda yarattığın bir avuç saçma sapan kriterlere göre çok, ama bunun dışında gerçekten var mıdır ve varsa nedir? Bilincinde ve bilincinin altında bütün bunları oluşturan etmenler nelerdir?
Peki bütün bunlardan sonra sen niye haklısın? Nasıl bunları yapabiliyor ve kendinde ciğer, kalp ve beyin olduğu iddiasında bulunabiliyorsun?
Seni aşağılık elitist seni...
7 Temmuz 2009 Salı
Gecenin Menüsü - 6
1-Yann Tiersen - Summer 78
2- Radiohead - All I Need
3- Ezgi'nin Günlüğü - Oyun
4- Ricardo Villalobos - Chromosul
5- Sufjan Stevens - Chicago
6- Fahir Atakoğlu - Yeşilada(Kıbrıs Belgeseli)
7- Moloko - Familiar Feeling
8- The Cardigans - War
9- Fairground Attraction - Perfect
10- Beck - Everybody's Gotta Learn Sometimes
2- Radiohead - All I Need
3- Ezgi'nin Günlüğü - Oyun
4- Ricardo Villalobos - Chromosul
5- Sufjan Stevens - Chicago
6- Fahir Atakoğlu - Yeşilada(Kıbrıs Belgeseli)
7- Moloko - Familiar Feeling
8- The Cardigans - War
9- Fairground Attraction - Perfect
10- Beck - Everybody's Gotta Learn Sometimes
24 Haziran 2009 Çarşamba
Limanlar
Umutlar limanlarda,
Hayatlar limanlarda...
Ama biz bozkırların insanlarıyız...
Bilmeyiz bundan da gayrısını,
Dipnot: Sonu olmayan cümleler virgülle biter, ki devamı gelebilsin. Bir başka zaman diliminde sesimiz çıkabileceğinde, duyurulacağında.
19 Haziran 2009 Cuma
17 Haziran 2009 Çarşamba
Gecenin Menüsü - 5
1- Ennio Morricone - The Ecstasy of Gold
2- Tool - Parabola
3- Blink182 - I Miss You
4- Telepopmusik & Angela McCluskey - Don't Look Back
5- The Scorpions & Berlin Philharmonical Orchestra - Send Me An Angel
6- The Kooks - One Last Time
7- Starsailor - Four To The Floor
8- The Radio Dept. - Your Father
9- John Legend - PDA(We Just Don't Care)
10- Coldplay - Lost(Remix feat. Jay-Z)
Etiketler:
Gecenin Menüsü,
Müzik
16 Haziran 2009 Salı
I'm Forever Blowing Bubbles
Pretty bubbles in the air,
They fly so high
They reach the sky
And like my dreams,
They fade and die
Fortune's always hiding
I've looked everywhere,
I'm forever blowing bubbles,
Pretty bubbles in the air...
Hayatın içinden mükemmel dizeler gibi. Bir şiir/şarkı sözü gibi. İnsana dair pek çok hissiyata ve noktaya dokunaraktan..
Bir takımın sahip olabileceği en güzel marş da bu olsa gerek. West Ham United'ın marşı. Hayatın ta içinden. Muzafferlerin marşı değil. Orta sıra takımının ve onun sadık fanatiklerinin mağrur ve gururlu marşı.
Sonsuza kadar baloncukları üflemeye devam. Gökyüzünde patlayıp kaybolsalar dahi. Saklanan talihe karşı gelerekten...
P.S.: Kardeşim Cahit'e teşekkürlerimle. Ek olarak, Green Street Hooligans adlı filmi mutlaka izlemek gerekirmiş diyorlar..
9 Haziran 2009 Salı
That Drive for Isolation
I guess it just comes at some point and never wanna leave you alone for a lifetime.
But, as human is a social existence, socially-driven and socially-motivated, or in another point of view, grown to be so out of the effect of the current society's collective unconscious whatsoever, there is still the necessity to console yourself and compensate for the lost socialization process and put something replacing that.
Well. I guess there are supposed to be some ways. There are no definite cures, however supposed to be some ways to enhance the situation. Music is one of them, Interactive World and the Internet, is definitely another one, and more and more people switch to that method each day. Well, in many cases, if you haven't yet found your soul twin or someone like that you might wanna refer with another cheesy/weird name, there is the pressure of P2P, Face-to-Face barrier and question of being locked at the mutual conversations.
But at the same time, it is not just a matter of conversation, too. It is at the same time a matter of behavior and as the age goes further and when you even see the early whites in the mirror, you also get the understanding of this fact: However much you like the people, however deep you are tied to them, you simply cannot stand their behaviors, manners or styles. Maybe they also cannot stand you, too. But every person is responsible with his/her own case, so, leaving apart the fact that empathy is a necessity in any relationship, every person will try to rectify and direct his/her own case.
Well. Je weniger, desto besser? Oder je mehr, desto super?
But, as human is a social existence, socially-driven and socially-motivated, or in another point of view, grown to be so out of the effect of the current society's collective unconscious whatsoever, there is still the necessity to console yourself and compensate for the lost socialization process and put something replacing that.
Well. I guess there are supposed to be some ways. There are no definite cures, however supposed to be some ways to enhance the situation. Music is one of them, Interactive World and the Internet, is definitely another one, and more and more people switch to that method each day. Well, in many cases, if you haven't yet found your soul twin or someone like that you might wanna refer with another cheesy/weird name, there is the pressure of P2P, Face-to-Face barrier and question of being locked at the mutual conversations.
But at the same time, it is not just a matter of conversation, too. It is at the same time a matter of behavior and as the age goes further and when you even see the early whites in the mirror, you also get the understanding of this fact: However much you like the people, however deep you are tied to them, you simply cannot stand their behaviors, manners or styles. Maybe they also cannot stand you, too. But every person is responsible with his/her own case, so, leaving apart the fact that empathy is a necessity in any relationship, every person will try to rectify and direct his/her own case.
Well. Je weniger, desto besser? Oder je mehr, desto super?
Büyük Harp'ten Unutulmaya Yüz Tutmuş Bir Mareşal
Uzun bir aradan sonra. Yeniden tarih yazınına konsantre olabildiğim bir askeri tarih temalı biyografik pasaj. Alanımız elbette ki favorimiz. Büyük Harp! Öznemiz ise Sırp Mareşal Radomir Putnik...
Radomir Putnik, 1847-1917 yılları arasında yaşamış, Sırp Ordusu'nun Birinci Dünya Savaşı esnasındaki başkumandanı.
Sırbistan'ın Avusturya-Macaristan tarafından Alman ve Bulgar yardımı olmaksızın 1915 sonuna dek alt edilemeyişinin nedenlerinden birisi.
Sırplar'ın büyük mareşali 93 harbi esnasında osmanlı'ya karşı savaşmış, kariyerinin ilerleyen safhalarında her iki balkan savaşı'nda * da sırp ordusunu askeri anlamda başarı ile kumanda etmiştir.
Oskar Potiorek(Tarih sahnesinde bir başka yazının öznesidir) kumandasında gelen Avusturya-Macaristan ordularının taarruzlarını, sayısal dezavantaja rağmen(220.000 askere karşı 170.000 asker), savunma tarafında olmanın verdiği artıların da yardımıyla, 1915 Aralık ayına kadar birden fazla kere durdurmuş, sağlanan erken ilerlemeyi geriye itmiştir.
Statüko 1915 sonunda, Almanya'nın, "eeeh yettiniz bee" diyerek mide bulandıran küçük sinek haline gelmiş olan sırbistan'ı temizlemeye karar verip August von Mackensen komutasında takviye kuvvet göndermesi ve de Bulgaristan'ın belin arkasından sırbistan'ın omurlarına bıçağı sokuvermesi sonucu iki ateş arasında Sırplar'ın mağlubiyetiyle sonuçlanırken, yenilmiş olan Sırp ordusu tam mevcut Arnavutluk yönüne doğru ilerlemeye çıkmış, kışın ortasında sayısı on binlerle ölçülen sayıda ölümle sonuçlanan dağların arasından gerçekleştirilen bu uzun yürüyüşte Putnik de ordusuyla beraber kalmıştır ve çeşitli zatürre vb. hastalıklar geçirerek, bir sene kadar sonra, zaten önceden bozuk olan sağlık durumu ölümüne yol açmıştır.
Bu esnada eklemek gerekir ki, Sırp Ordusu bu süre içinde Korfu Adası'nda yeniden örgütlenecek ve Yunanistan'ın harbe katılmasıyla Selanik cephesinde görev alacaktır.
Mareşal'in büyük savaş başladığı esnada Avusturya-Macaristan toprakları dahilinde termal fizik tedavisi görüyor olması ve savaş başladıktan sonra Sırbistan'a serbestçe dönebilmesi de enteresan bir detaydır. düşünün ki 1 numaralı düşmanınızın en yetenekli,kıdemli ve rütbeli kumandanı topraklarınızda ve siz onun ülkesine elini kolunu sallaya sallaya dönüp size karşı harp idaresini eline almasına ses etmiyorsunuz. Belki de o dönem ne sebepten çıkmış olursa olsun harbin de bir edebi adabı varmış, eh?
Radomir Putnik, 1847-1917 yılları arasında yaşamış, Sırp Ordusu'nun Birinci Dünya Savaşı esnasındaki başkumandanı.
Sırbistan'ın Avusturya-Macaristan tarafından Alman ve Bulgar yardımı olmaksızın 1915 sonuna dek alt edilemeyişinin nedenlerinden birisi.
Sırplar'ın büyük mareşali 93 harbi esnasında osmanlı'ya karşı savaşmış, kariyerinin ilerleyen safhalarında her iki balkan savaşı'nda * da sırp ordusunu askeri anlamda başarı ile kumanda etmiştir.
Oskar Potiorek(Tarih sahnesinde bir başka yazının öznesidir) kumandasında gelen Avusturya-Macaristan ordularının taarruzlarını, sayısal dezavantaja rağmen(220.000 askere karşı 170.000 asker), savunma tarafında olmanın verdiği artıların da yardımıyla, 1915 Aralık ayına kadar birden fazla kere durdurmuş, sağlanan erken ilerlemeyi geriye itmiştir.
Statüko 1915 sonunda, Almanya'nın, "eeeh yettiniz bee" diyerek mide bulandıran küçük sinek haline gelmiş olan sırbistan'ı temizlemeye karar verip August von Mackensen komutasında takviye kuvvet göndermesi ve de Bulgaristan'ın belin arkasından sırbistan'ın omurlarına bıçağı sokuvermesi sonucu iki ateş arasında Sırplar'ın mağlubiyetiyle sonuçlanırken, yenilmiş olan Sırp ordusu tam mevcut Arnavutluk yönüne doğru ilerlemeye çıkmış, kışın ortasında sayısı on binlerle ölçülen sayıda ölümle sonuçlanan dağların arasından gerçekleştirilen bu uzun yürüyüşte Putnik de ordusuyla beraber kalmıştır ve çeşitli zatürre vb. hastalıklar geçirerek, bir sene kadar sonra, zaten önceden bozuk olan sağlık durumu ölümüne yol açmıştır.
Bu esnada eklemek gerekir ki, Sırp Ordusu bu süre içinde Korfu Adası'nda yeniden örgütlenecek ve Yunanistan'ın harbe katılmasıyla Selanik cephesinde görev alacaktır.
Mareşal'in büyük savaş başladığı esnada Avusturya-Macaristan toprakları dahilinde termal fizik tedavisi görüyor olması ve savaş başladıktan sonra Sırbistan'a serbestçe dönebilmesi de enteresan bir detaydır. düşünün ki 1 numaralı düşmanınızın en yetenekli,kıdemli ve rütbeli kumandanı topraklarınızda ve siz onun ülkesine elini kolunu sallaya sallaya dönüp size karşı harp idaresini eline almasına ses etmiyorsunuz. Belki de o dönem ne sebepten çıkmış olursa olsun harbin de bir edebi adabı varmış, eh?
8 Haziran 2009 Pazartesi
Anti-İnşirah?
Üzerine herhangi bir umuda sahip olmadığın şeyi sevemezsin.
İşte bundandı(r) birşeyi sevmemiz, sevmememiz
7 Haziran 2009 Pazar
Perfect Day
26 Mayıs 2009 Salı
Türk Televizyonlarının En Bayat Kişilikleri - 2
Evet, onu tanıdınız...
Sevdiniz de ilk başta hani fena gözükmemişti. Ta ki 10 sene kadar aralıksız gece gündüz tekrarlı programları gına getirinceye kadar. Sadece bu hanımefendiden ibaret de değildi. Kocası ve bilimum televizyon tiplemesinden oluşan tayfası kah keyifle gülücüklerle izlendiler, kah da bunaltı gına getirdiler.
İtilmiş-Kakılmış, Sürahi Hanım, Alican, Brezilya dizilerini alaya alan tipleme ve niceleri... Söyle bakalım Alicaaaan....Kak-İt...
Yasemin Yalçın tiplemelerinin klasik kaderi ve sonu vardır. Bu yüzden biraz da baygınlık vermiştir. Her skecin sonu standart bir şekilde sonlanırdı. Mesela, Sürahi Hanım gelini aileyi bıktırır bıktırır en son bir cinlik yapar kendini rağbette tutardı, Kakılmış bir şekilde sürekli dayağı yerdi...
Bir devir Türk televizyonlarında bu kadınla geçti. Şimdi tayfasıyla beraber toptan silindiler.
7 Mart 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)