Uyur idik uyardılar,
Diriye saydılar bizi,
Koyun olduk ses anladık,
Sürüye saydılar bizi..
Sürülüp kasabaya gittik,
Kanarada mekan tuttuk;
Didar defterine yettik,
Ölüye saydılar bizi..
Halimizi hal eyledik,
Yolumuzu yol eyledik,
Her çiçekten bal eyledik,
Arıya saydılar bizi
Aşk defterine yazıldık,
Pir divanına dizildik,
Bal olduk, şerbet ezildik,
Doluya saydılar bizi..
Pir sultan'ım haydar şunda,
Çok keramet var insanda,
O cihanda, bu cihanda,
Ali'ye saydılar bizi..
Pir Sultan Abdal
23 Eylül 2010 Perşembe
15 Eylül 2010 Çarşamba
Termö Römon Şarkıları
Ben anlamam bu işlerden.
Ne hayata kafam basar, ne de ötesine.
Bir sikim beceremez elim kolum, atıl durumdadır beynim ve bedenim
Anca varsa yoksa kendim, kendime yazar söylerim
İşim gücüm yoktur benim
Varı yoğu kendime iş bellerim
Verimim ilerlemem vaki olmaz,
Her gün herkesten aynı sözü dinlerim.
Kendim dünyaya aynı şeyi söylerim
İfade edemem, budur kaderim,
Yoktur ala cihanda bir eşim,
Neylesin sözünü şu alem ben gibi keşin
Dünyada hırsı balon gibi patlatmışım
Gayrı hazları çoktan atlatmışım
Hevesi yarı yolda üstümden atmışım
Sıkıntıyı tütünden dal dal katlatmışım
Fışkırır hale geldi ruh-ı mücerred gibi yerden naaşım
Yine yükselmedi arşa bir türlü başım,
Gün ışığında hisse aradım,
Bedeli çok geldi alamadım.
Yüzyıllar biner üzerime,
Bindirir yükünü tinime,
Çağlar vurur zihnime,
Yansır kederleri inime.
Küspem çoktur yediğimden,
Aramam fazlasını verilenden,
Soldu güllerim yediverenden,
Başka ne diyeyim, zaar ecelden!
Sıkıntım gün be gün artar
Yenilik evrende ne arar
Elde yok kar zarar
Nöronlar her gün beni tartar
"Birşey" olmamaktır çabam,
Sınırlıdır hep olan biten,
Ne yaparsam yapam,
Gitmez öteye klişeden
Şu kilidim çözümsüzdür,
Bitap bünyem yükümsüzdür
Beyhude varlığım yönsüzdür
Her eylediğim hükümsüzdür
İçemedim pınarlardan kana kana
Dönemedim tozlu yollardan yaya
Sürülmez oldu topraklarım yana yana
Düştüm sarp dağlar arası bir faya
Arayan var zaman zaman
Gelen var kapımdan
Soran var halımdan
Zayi hepsi şu çürümüş dimağdan...
Takılmışım bir anda
Sarar geri arada
İleri gitmez hiçbir eda
Sonraya umuttur beslediğim..
Potbori - Strazburg Güzellemesi
Alsas'ın bağrından kopup gelmişem,
Lorraine'in bağlarını versen nidem,
Bourgogne'da büyük dara düşmüşem,
Kurtar beni zalımdan Jean d'Arc,
Kaderin gri ellerine düşmüşem.
(Şantör Aşık Fransuva'dan)
Etiketler:
Şiir,
Tribal,
Yarı-Saçmalık
7 Eylül 2010 Salı
5 Eylül 2010 Pazar
İdrak ve Kırıklık Devri?
O yazıya "Outlaw" şöyle bir yorum yapmıştı önceki gün:
"alinti nereden bilemiyorum, ama hobsbawm'in son dönemlerde verdigi ropörtajlarda "hala umut var" tarzi bir söylemi var bildigim kadariyla. ancak kendi mensubu oldugu kesimin, kp'lerin devrinin kapandigini savunuyordu. sanirim bu sözlerle kastettigi daha cok böyle bir sey..."
Benim cevaplarım da şu şekilde olmuştu.
Alıntı "Yeni Yüzyılın Eşiğinde"'den.
Her insan için elbet umut vardır, ve beraberinde umudun "bir gün" muhakkak gerçekleşeceği sanrısı da gelir;zira umut olmaksızın anlam yitecektir.
Hobsbawm'ın sözünde de umut farkedilebiliniyor, belki de o şekilde olmadıysa da beriki bir şekilde umduklarının gerçekleşebileceği inancındadır..
Bunun yanısıra çeşit olması açısından şu alıntıyı da vereyim; Kısa 20. yüzyıl-Aşırılıklar Çağı kitabında Britanyalı müzisyen Yehudi Menuhin'den bir alıntı vermiş Hobsbawm kitabın girişinde, muhtemelen kendisi de bu alıntıya sempati duyduğundan:
"20. yüzyılı özetlemek gerekirse, insanlığın o zamana kadar idrak ettiği en büyük umutları canlandırdığını ve bütün hayalleri ve idealleri yıktığını söyleyebiliriz."
"20. yüzyılı özetlemek gerekirse, insanlığın o zamana kadar idrak ettiği en büyük umutları canlandırdığını ve bütün hayalleri ve idealleri yıktığını söyleyebiliriz."
Bütün bunların üzerine kafa yorarken, bu soru-cevap seansının aklımdaki bir takım şeylerle birleşmesiyle nöronlarıma saplanan birtakım noktalar oldu.
Aslında bu yüzyılın insanlık tarihi açısından da sahip olduğu yahut olacağı önemi saptamaya çalışıyorum.(Evet, biraz iddialı, farkındayım)
İnsan türü çok önemli bir evreden geçiyor..Bu belki de bir öze dönüş yolculuğunun başlangıcı mı?
Yukarıdaki cevapta vermiş olduğum, 20. yüzyılın en büyük keman sanatçılarından biri(kimince en büyüğü) olarak kabul edilen, 20. yüzyılın büyük bir kısmını görmüş ve yaşamış müteveffa zat Yehudi Menuhin'in yapmış olduğu tespit çok önemli.
"20. yüzyılı özetlemek gerekirse, insanlığın o zamana kadar idrak ettiği en büyük umutları canlandırdığını ve bütün hayalleri ve idealleri yıktığını söyleyebiliriz"...
20. yüzyıl aslında olan biten açısından çok hararetli bir yüzyıl olmakla beraber, tarihsel ölçekte mevcut olan hal ve gidişattan, yani statükodan yana bir kırılma değil, statükonun doğrudan tezahürüdür. Bireysel ve toplumsal tecrübenin yoğunluğu dönemidir. Dinamik, hızlı bir akış dönemidir.
20. yüzyıl esasında bir bilinç çağıdır da. İnsanlığın bir şeyleri anlayabilmesi ve değiştirebilmesi için büyük acılar çekmesi gerektiğini, bütün bunları yaşamadan hiç bir değişimin mümkün olamayacağını bilmek için müneccim olmaya gerek yok. Değişim bir süreç halinde gelse ve sancılı da olsa, "Acı yok Rocky!" diye yola devam edebilmektir mühim olan.Fakat insanoğlu herhangi bir değişimin değişme isteğini ve dolayısıyla talebini ortadan kaldırabilecek potansiyelde korkunç sonuçlara neden olduğunu görmüştür. Çok kısa bir kuşak devresi içinde tecrübe ederek öğrenmiştir. Her kalıntının temizlenmesi, oluştuğu ve yaşadığı zamanın birkaç katı kadar zaman alır. Öyleyse "Adem"'in hayatının kalıntılarını dahi yaşamaktayız biz burada, ve çok eskilerden, yıllardan asırlardan çağlardan devirlerden beri oluşagelmiş kollektif bilinç, kültür ve mentaliteleri, "insan doğası" olarak adlandırdığımız tabiat halet-i ruhiyesini bir yaşamlık sürelerde ortadan kaldırmak mümkün değil. Uzun sürede "ortak iyi" adına müspet addettiğimiz bir "değişim"in gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise tamamen amaçlanan şeye göre doğru sayısını ölçmek mümkün olmayan tesadüflerin doğru sıra, zaman ve şekillerde meydana gelmesiyle mümkün olacaktır; tıpkı da bugün içinde yaşadığımız ortam, bulunduğumuz durum gibi aslında..
İnsan, umutların yeşermesi için uygun olduğunu düşündüğü bir atmosferde, umudu ekmek olarak ele aldığı geçtiğimiz yüzyılda imkansızlığı ve kırıklığını bütün ağırlığıyla her alanda yaşamıştır. Yanlış anlaşılmasın; ben olayı sadece savaşlarla falan sınırlamıyorum, bu çok fazlasıyla eksik ve mantıksız olur. Benim kapsamım sonsuzluğa uzanan bir düzlemde tüm her şey..
Bu yüzyıl ise bence bütün olguların idrakı ve kırıklığın içselleştirilmesi devridir..Halihazırda dünyayı çok büyük ölçüde çoktan değiştiren, daha da değiştirmeye aday,dünyaya aslında çok büyük ölçüde katmış ve katacak iki unsur var.. Paylaşım ve Hareketlilik. Internet ve de yaygın+hızlı fiziksel insan mobilitesi çıktı çıkalı ve kullanımı gitgide milyarlara yansıdıkça, ve bütün bunların yansıma etkileri(yani 3. kişilere tezahürü) katlandıkça her bir bireyde ve toplumda fikirlerin, bilgilerin, düşüncelerin, kültürlerin, bakış açılarının, teknolojinin, üretilen her türlü maddi ve manevi varlığın(fikri/sınai metalar, eşya vs.) ve esasen insan tavrının,düşünüşünün ve mentalitesinin tüm yönleri, ve hatta bunun yanısıra tabiatın sahip olduğu bütün materyaller, özellikler, mekanlar ve sırlar, halen yolun başında olunmakla birlikte, tüm insanlar nezdinde ortaya dökülüyor. İnsan Aslında çok farklı olduğu sanılan noktalarda sonsuz sayıda ortak nokta bulunuyor. Ve her şey aynı kapılara çıkıyor. İnsanlar geniş skalada kendi acziyetinin, zayıflığının farkına varıyor. Aslında daha en antik olduğunu düşündüğümüz çağlarda bile, insan üzerine söylenebilecek her şey zaten çoktan söylenmiş durumdadır. Bunları ilk söyleyenlerin üzerine, yahut onlardan sonra yazılanlar, malumu farklı farklı üslup ve biçimlerde ilamdan, mufassal(ayrıntılı) kıssayı efsaneleştirmekten öte çabalar değildir. Ancak insan türü, bu çağda tutulan aynayla bunu geniş ölçekte,doğrudan görüyor, tecrübe ediyor, yaşıyor..
Bu çağ, gerçekliğin, yıkımın ve ziyanın idrakı ve bunun yarattığı kırıklığın devridir...
Gelecek çağlar insan türünün bu idrak eşliğinde kırıklıktan kurtulmaya, çaresiz duruşunu ve görünümünü aşmaya çabalayacağı devirler olacaktır, ve bu da kendi gerçekliklerini her daim reddeden insan türü için, eski çağlar gibi, ve onlar kadar, sıkıntılı olacaktır. İnsan öz arayışı içine girecek ve ona dönmeye çalışacak, doğasına ve kimyasına uygun hale dönüş istemi ve arayışı, halihazırda mevcut ve baskın olan olgu ve unsurların yerlerini uzun vadede baskın çıkacak yenileri alana kadar gelecek çağların belirleyicisi olmaya devam edecektir...
Post Scriptum: Resim Stuff No One Told Me- stuffnoonetoldme.blogspot.com adresindendir.
Post Scriptum: Resim Stuff No One Told Me- stuffnoonetoldme.blogspot.com adresindendir.
Otis Baba
Otis Baba...Otis Redding
Otururuz biz onunla, arkadaşlar da katılır bazen, ben kah kahvemi kah rakımı koyarım, o da viskisini koyar, denizlere bakar gündüzleri ve geceleri, "Sittin' on the Dock of the Bay"'i söyleriz. Ne yaptıysak bir sikim değişmedi diye küfrederiz dünyaya biz, akan zamana, uğraşlara, değişen kişi ve mekanlara bakarız..Kalabalıklar içinde de, karanlık odalarda da yalnızlıkla cebelleşiriz. Herşeyin boşluğu ve beyhudeliğini, ve bu fikirde herhangi bir ilerleme olmadığını da biliriz. O hepsini daha kabullenmiş gibidir ama...Herşey aynı kalır gene, söylenenleri dinlemeksizin ıslığımızı üfürür, yolumuza devam ederiz.
Kah yürürüz bazı bazı, şefkat telkin eder bana "Try a Little Tenderness"'taki gibi..Geçmiş güzellikleri anarız, çocukluğun beyaz bayramlarını anarım ben, o ise Noel'de ısrar eder tıpkı "White Christmas"'taki gibi. Yalnızlık falan demişken söz bir anda kadınlara gelir...Düşünürüz önce "I've Been Loving You Too Long" derken. tespitlerimizi yansıtırız sonra;artık bilinmeyene dönüşene karşı hasretle boştur kollarımız "These Arms of Mine"'daki gibi.
Ancak madem varız; olanı biteni, vazgeçilmez soul tınılarının eşliğinde bütün bu basitliği ve tüm bu karmaşayı kabul eder, yerince "Respect" eşliğinde saygımızı eksik etmez, söyler de söyleriz
26 yaşında yitip gitmiştir -bir uçak kazası sonucu- adeta her iyi niyetli çaresizlerdenmişçesine erkenden varlığı son bulmuş gibidir.
Soul'un kralına ve anısına saygıyla...
3 Eylül 2010 Cuma
Ne Yapmalı?
"Ne yapmalı? Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi? En basit sorunların çözümünde bile bocalayan bu sözde devrimci gölgeyi, hiç düzeltmeden, biraz olsun çekidüzen vermeden, amaç edindiğimiz ülküleri gerçekleştirmek için hemen kavganın ortasına atıverelim mi? Kendini yönetmeyi beceremeyen kişileri, toplumları yönetmek, onlara yeni yollar göstermek için hemen başa geçirelim mi? Yoksa toplu eylemlerde kütlelerin başına bela olan zayıf kişilikleri önce sert ve sıkı bir sınavdan mı geçirmeli?
Ben kendimi yeterli görmüyorum. Ne için yeterli? Her şey için.Topluluğun eylemine engel olan sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek güçte olmadığımı seziyorum. Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak önce kendini düzeltmelisi, diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir:kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.
Ne yapmalı? Bu soruya hemen bir karşılık bulmak istenirse, elbette salt aklın verisiyle, ya da oradan buradan derlenmiş bir iki düşüncenin bileşimiyle bazı geçici çareler ortaya atılabilir. İnsan, ilk bakışta bu geçici çarelerin kendi buluşu olduğunu sanabilir. Oysa, örneğin, salt aklın verisi diye nitelendirilen kavramın biraz incelenmesi,bunun çoğunlukla toplumun etkisiyle elde edilen kalıplar olduğunu gösterecektir.Salt aklın verileri, insanı, gevşetmeye fırsat vermeyen amansız bir çalışmanın zorunluluğuna itebilir. Oblomovluk ve eğlence düşkünlüğü, dünyada eşi görülmemiş bir baskıyla yok edilmek istenebilir. Bütün kişisel bunalımlar, ucuz yaşantılara dönüşle ilgili bütün buhranlar, birer birer sindirilmek istenebilir. Herkes zaaflarını gizleyerek yalnız güçlerini ortaya koyar. İşte, görünüşte toplumsal eylemi geliştirmek, ileriye götürmek için salt akılla bulunduğu sanılan ve her çeşit eylem için kaçınılmaz ilkeler olarak ortaya atılan bu temel davranışlarda bile, kişinin ve çürümüş toplumun değiştirmek istemedikleri öz varlıklarını bilinçsizce koruma isteminin gizli baskılarını arayacaksın! Bilimsel bir kuşkuyla önce bütün zaaflarını çekinmeden ortaya atacaksın! Olmadık bir yerde ortaya çıkmalarını önleyecek ve toplumsal eylemdeki ortaklarını umutsuzluğa düşürmekten böylece kurtulacaksın.
Karşılıklı güven ve dayanışma ancak böyle bir sorunun varlığını duyduktan sonra sözkonusu olabilir. Fakat, bütün bu sorunlarını yalnız başına çözeceksin.Bunalımlarını, komplekslerini ve buhranlarını birlikte çalışacağın insanlara iletmeyeceksin. Kurulacak örgütü bir düşkünlerevine çevirmeye kimsenin hakkı yoktur. Birleşecek kişiler önce birleşecek güçte olmalıdırlar;önce bu duruma gelmelidirler. Onlar, yeni düzenler kurmak ve ilerlemek için birleşeceklerdir;körle kötürümün yoldaşlığı gibi bir iş için değil! Kendi sorunlarını çözemeyen bir kişinin, kusurlarının acısını başkalarına çektirmeye hakkı yoktur.
Yalnız, kişisel sorunları tek başına çözme eylemini de gereksiz bir aşırılığa götürmemelidir insan. Büyük örgütlerin kurulmasından önce, küçük örgütler oluşurken kişi, çevresinden kendini bütünüyle soyutlamayacaktır;kişisel sorunlarını çözerken başkalarından da bir bakıma yararlanacaktır."
Tutunamayanlar'dan
2 Eylül 2010 Perşembe
Megiddo Taarruzu
Britanya İmparatorluğu'nun filistin cephesi'ndeki son taarruzudur. Bölgedeki düzlüğün adı nedeniyle Armageddon Savaşı adıyla da bilinir. belirtilmelidir ki, Megiddo Savaşı bir meydan savaşı falan değildir yahut sadece "Megiddo" adı verilen bölgede gerçekleşmemiştir. tüm Filistin Cephesi boyunca yapılmış olan genel bir taarruzdur.
Her bakımdan kaynakları tükenmiş ittifak devletleri'ne birer birer son darbelerin vurulduğu günlerde(Batı Cephesi - Meuse Argonne taarruzu, Italya cephesi'nde Vittorio Veneto taarruzu, Balkan cephesi'nde de Vardar Taarruzu vukuu bulmaktayken) Osmanlı İmparatorluğu'na karşı da Megiddo taarruzu tertib edilmiştir.
Büyük harbin en başarılı komutanlarından ve harp tarihinin süvari taktikleri konusundaki gelmiş geçmiş en yetkin isimlerinden Edmund Allenby komutasında Hint, ANZAC ve bilimum sömürge askeriyle desteklenmiş İngilizler, bir Fransız Lejyoner bölüğü ve bilhassa hattın doğusunda müttefik destekçileri isyankar Araplar'ın saf tuttuğu bir Müttefik kuvvetler grubu sözkonusudur. taarruz evvela ilkbaharda yapılacakken Alman Bahar Taarruzları nedeniyle ertelenmiştir. En nihayetinde Batı Cephesi'ne taze amerikan kuvvetlerinin gelmiş olması, Britanya'nın bölgeye rezerv/yedek kuvveti yığabilmesini sağlamıştır.
Osmanlı'nın çoktan düşmüş olan Kudüs 'ün kuzeyinde 100 kilometreyi aşan bir savunma hattı bulunmaktaydı. bu hat kıyıdan Eriha(Jericho)'nın az doğusunda kıvrılarak Lut Gölü (Dead Ssea)'ne kadar uzanmaktaydı. Liman von Sanders'in kumandanlığını yaptığı ordular grubunda, hattın batısında 8.ordu, merkezinde Mustafa Kemal Paşa kumandasında 7.ordu, doğusunda ise 4.ordu bulunmaktaydı. Ufak bir alman Asiakorps birliği de cephede hazırdı.
Totalde cephede Müttefiklerin(Düzenli olarak 5.000 kadar olan, düzensiz olarak daha çok mevcutlu Araplar hariç) 57.000 piyade, 12.000 süvari, 540 topu bulunmakta, bunun yanısıra da 30.000 kişilik yedek kuvveti bulunmaktaydı. Buna mukabil, Suriye ve Filistin bölgesinde garnizon, ihtiyat, levazım, istihkam vb. görevlerde bulunan toplam İttifak devleti askeri sayısı 100.000'e yaklaşsa da, doğrudan cephede bulunan Osmanlı-Alman yıldırım orduları grubunun cephedeki total mevcudu 29.000 piyade,3.000 süvari ve 400 toptan ibarettir. Ve İttihat ve Terakki'nin, belki daha doğru tabirle Enver Paşa'nın tipik hayalperestliğiyle eldeki mevcut orduları(bilhassa Kafkas cephesi'nin Rusya'nın savaştan çıkması sonucu kapanmasıyla bu cepheden artakalanları) güneye yollamak yerine Azerbaycan ve günümüzün Kuzey Iran'ında kullanması, (zira Osmanlı orduları Bakü'ye, Hemedan'a kadar ilerlemiştir o tarihte), hatta Bulgaristan'a yardıma dahi göndermesi nedeniyle bütün taleplere rağmen herhangi bir durumda öne sürebileceği en ufak yedek kuvveti de bulunmamaktaydı(cephenin bu kadar çabuk dağılması ve dağıldığında bir daha toparlanamaması bu yüzden olacaktır). bunun yanısıra zaten kötü teçhiz edilmekte olan, gerekli kaynaklardan yoksun Osmanlı ordusundaki son derece düşük morali ve maneviyatı ve savaştan hemen önce askerden kaçan 1100 kadar kişiyi belirtmekte de yarar vardır.
Evvelden, bir süre önce Amman'a doğru bir yanıltmaca saldırısı yapmış olan allenby ve orduları, von Sanders'in ordularının total kuvvetinin üçte birini hattın doğusuna sevketmesine neden oldu. oysa ki 19 Eylül sabaha karşı 4.30'da Allenby esas taarruzunu başlattı. 5 tümenlik bir ordu grubu(11. corps) yoğun bir taarruzu hattın bilhassa süvari ordularının rahat hareket edebileceği düzlük batı tarafından başlatırken, birkaç saat içinde hattın doğusu da takriben 5 tümenlik bölünmüş(10.corps) tarafından taarruza uğradı. Hattın batısına yapılan saldırıda britanya donanması destroyerleri de kıyıdan destek sağlayarak, ordularının siperleri aşmasına yardımcı olmuştur. doğuda yoğunlaştırılan birliklerle daha da zayıflamış olan batı hattı desteksiz, hava ve denizden de destekli 5 tümene karşı 3 tümen şeklinde kalınca(belirtilmelidir ki 1 osmanlı tümeni, 1 britanya tümenine göre mevcut olarak çok daha düşüktür) hattın batı ucu kısa sürede çökmüş, bundan iyi faydalanan Britanya süvari birlikleri hattı boşluklara dalmış, kısa süre sonra hattın 25 km gerisinde Tülkarim'de mukim 8. ordu karargahına kadar gelmiştir britanyalılar. bu noktada öğle vakti, batı hattı çöktükten sonra merkez hatta da saldırı başlamış, tutunamayan ve ağır kayıplar veren 7.ordu birlikleri de Nablus'a kadar geri çekilmiş, ertesi gün 8. ordu ile 7. ordu birlikleri yanyana gelmiş ve beraberce geri çekilmeyi sürdürmüşlerdir. Bölünmüş olan 7.ordunun Asiakorps'un da içinde bulunduğu bir kısmı ise Ürdün yönüne doğru geri çekilmiş, yine hava desteği ve Araplar'ın arkadan sarması, ve de britanya süvarisinin sızması gibi nedenlerle sıkışmışlar, Asiakorps bir gün kadar savaştıktan sonra tükenmiş, 7.ordunun diğer kısmı ise Dera'a'ya kadar çekildikten sonra teslim olmak durumunda kalmıştır.
Hattın doğusundaki,henüz aralık 1917'de yeniden kurulmuş olan dördüncü ordu ise(bileşik yaylı askerler de bu ordunun içindeydi) ise "Chaytor Force" olarak adlandırılan takriben iki tümenlik 10.corps'un doğu ucundaki kuvvetin saldırısı karşısında kırılarak amman'a dek geri çekilmiş, akabinde, süvari hücumları, hava desteği ve en nihayetinde kuzeyden bu ordunun da merkezi dera'a yönünden etrafını saran Arabistanlı Lawrence'ın başında bulunduğu arap kuvvetleri tarafından çevrilmiş ve en nihayetinde tüm organizasyonunu kaybederek kalan ögeleriyle birlikte eylül sonunda Şam yolunda teslim olmak durumunda kalmış, yani bir savaş kuvveti olarak yok edilmiştir.
20 eylül itibariyle, 1.5 günde, cephe 70 ile 100 kilometre arası geriye atılmış,cephe gerisindeki tüm kritik tren yolu istasyonları ele geçirilmiş, hatta arapların sarmal hücumuyla ürdün'deki tren yolları da sabotaja uğramıştır. İngiliz taarruzu öyle bir başarıya ulaşmıştır ki, hattın batısından saldırıya geçen 11.corps'un, 8. ordunun tam yol geri çekilmesinin de etkisiyle hızlı ilerlemesi sonucu 21 Eylül öğleden sonrası Nasıra ve oradaki Filistin Cephesi genel karargahı dahi düşmüştür. ingiliz konsantrasyonunun daha ziyade cephenin batı hattında olması nedeniyle, 7. ordu nisbi olarak merkezde biraz daha direnme şansı bulmuş ve Nablus 21 Eylül öğlenine kadar dayanmıştır. en son meydana gelen durum ise kıyı-Megiddo-Nasıra hattını tamamen kontrol eden britanya ordularının ve doğudan gelen arap ve ingiliz süvari/uçak kıskacının nihayetinde 7.ordunun sağ cenahının da kıskaca alınmış olmasıdır(akabinde 7.ordunun bu cenahının başına yukarıda bahsetmiş olduğumuz olaylar gelmiştir).
7. ve 8. ordunun kalan unsurları Galilee Gölü'nden kıyıya kadar yeni bir hat kurmaya çabaladıysa da Şam'dan istenen yedek kuvvetler yine reddedilmiş(Şam askeri kumandanının bir Arap ajanı olduğu da sonradan ortaya çıkacaktır), bu hat da henüz kuruluş aşamasında Avustralya süvarisi tarafından hücum edilerek tutunamamış, diğer yarı-mekanize süvari birlikleri acre ve hayfa limanlarını 22'sinde ele geçirmişler, kısa süre sonra piyadenin de yeni mevzilerine gelmesiyle taarruz nihayete erdirilmiştir. bu süre içinde Britanya orduları,zaten pek çoğu dağınık duruma gelmiş olan osmanlı kuvvetlerinin tüm kaçış yollarını tıkamış, ve çeşitli kaynaklara göre değişen rakamlar olmakla birlikte, 60.000-70.000 kadar Osmanlı/Alman askeri esir düşmüştür. buna mukabil Britanya ordularının kayıpları 6000 asker civarındadır. 7. ve 8. orduların kalan unsurları, ilk cephe noktası ve mevcut cephe noktası arasında kalan/kurtarılan tüm birlikleri toparlayarak Şam'a doğru genel bir geri çekilme başlatmışlardır. Megiddo taarruzu, Filistin cephesi'nin kesin çöküşünü ve Osmanlı için de artık savaşın kaybedilişini simgeler; Osmanlı ordularının tüm organizasyonu, cephe düzeni, morali ve maneviyatı yok olmuştur. zira Şam da yine İtilaf kuvvetleri ilerleyişi esnasında verilen ağır kayıpların ardından 1 ekim itibariyle düşecektir.
Bu hızlı ilerleme, dünya tarihindeki en başarılı ve artık yavaştan yerini tank ve tam mekanize zırhlı araçlara daha çok bırakacak olması nedeniyle en son süvari operasyonlarından birisi sayesinde olmuştur. Süvari dediysek de, tam olarak bir grup atlı olarak anlaşılmaması gerekir bunun, zira bu süvari tümenlerine, hafif zırhlı araçlar eşlik etmekteydi, yani burada süvari(cavalry) olarak bahsedilen birlikler bir bakıma yarı-mekanize birliklerdir.
Bahsedilmesi gereken bir önemli nokta da, Britanya Kraliyet Hava Kuvvetleri(RAF)'nin cephedeki 105 uçağının keşif ve taktik bombardıman bakımından sağladığı faydalardır. Hava kuvvetlerinin önemi ve başarısı bakımından bu savaş, Birinci Dünya Savaşı'ndaki en önemli ve nadir örneklerden biridir. öncelikle Osmanlı-Alman pozisyonlarının yerlerini saptamada, bölge arazisini tetkikte fayda sağlayan uçaklar, taarruz başlangıcında taktik bombardımanla ve ilerleyen günlerde geri çekilen osmanlı ordularına zayiat verdirmede son derece etkili olmuşlardır. britanya'nın 105 uçağına karşın ittifak kuvvetlerinin cephede 5 adet uçağının olması, havada kaybedilen savaşın açıklamasıdır.
Nihayetinde belirtmek gerekir ki; megiddo'daki osmanlı yenilgisinin temel sebepleri çok açık ve nettir. karşı tarafın havada, denizde ve karada, gerek süvari, gerek top, uçak, gemiler ve makinalı tüfek, gerekse piyade bakımından her alanda kat be kat sağladığı sayısal ve donanımsal üstünlük bunların en temeli ve önemlisidir. Osmanlı komuta kademesindeki iletişim bozuklukları ve karışıklıklar, zaten var olan düşük moral/maneviyat ve kötü teçhiz edilen bir ordu, arap isyanı, iyi kumanda edilen bir düşman ordusu ve taarruz sonrası meydana gelen panik ve hezeyan hali, yenilgiyi ağırlaştıran faktörler olmuştur. Bu savaş da diğer pek çok savaş gibi savaş başarılarının herşeyden önce bir iktisadi temeli olduğunu gözler önüne serer. Ve sonuç olarak Megiddo Savaşı, 1918 Osmanlı'sı için malumun ilanı niteliği taşımaktadır. Osmanlı için savaşın bir bozgunla sonlanacağı çok açık ve nettir, ve bu bozgunun adı da Megiddo savaşı olmuştur.
Her bakımdan kaynakları tükenmiş ittifak devletleri'ne birer birer son darbelerin vurulduğu günlerde(Batı Cephesi - Meuse Argonne taarruzu, Italya cephesi'nde Vittorio Veneto taarruzu, Balkan cephesi'nde de Vardar Taarruzu vukuu bulmaktayken) Osmanlı İmparatorluğu'na karşı da Megiddo taarruzu tertib edilmiştir.
Büyük harbin en başarılı komutanlarından ve harp tarihinin süvari taktikleri konusundaki gelmiş geçmiş en yetkin isimlerinden Edmund Allenby komutasında Hint, ANZAC ve bilimum sömürge askeriyle desteklenmiş İngilizler, bir Fransız Lejyoner bölüğü ve bilhassa hattın doğusunda müttefik destekçileri isyankar Araplar'ın saf tuttuğu bir Müttefik kuvvetler grubu sözkonusudur. taarruz evvela ilkbaharda yapılacakken Alman Bahar Taarruzları nedeniyle ertelenmiştir. En nihayetinde Batı Cephesi'ne taze amerikan kuvvetlerinin gelmiş olması, Britanya'nın bölgeye rezerv/yedek kuvveti yığabilmesini sağlamıştır.
Osmanlı'nın çoktan düşmüş olan Kudüs 'ün kuzeyinde 100 kilometreyi aşan bir savunma hattı bulunmaktaydı. bu hat kıyıdan Eriha(Jericho)'nın az doğusunda kıvrılarak Lut Gölü (Dead Ssea)'ne kadar uzanmaktaydı. Liman von Sanders'in kumandanlığını yaptığı ordular grubunda, hattın batısında 8.ordu, merkezinde Mustafa Kemal Paşa kumandasında 7.ordu, doğusunda ise 4.ordu bulunmaktaydı. Ufak bir alman Asiakorps birliği de cephede hazırdı.
Totalde cephede Müttefiklerin(Düzenli olarak 5.000 kadar olan, düzensiz olarak daha çok mevcutlu Araplar hariç) 57.000 piyade, 12.000 süvari, 540 topu bulunmakta, bunun yanısıra da 30.000 kişilik yedek kuvveti bulunmaktaydı. Buna mukabil, Suriye ve Filistin bölgesinde garnizon, ihtiyat, levazım, istihkam vb. görevlerde bulunan toplam İttifak devleti askeri sayısı 100.000'e yaklaşsa da, doğrudan cephede bulunan Osmanlı-Alman yıldırım orduları grubunun cephedeki total mevcudu 29.000 piyade,3.000 süvari ve 400 toptan ibarettir. Ve İttihat ve Terakki'nin, belki daha doğru tabirle Enver Paşa'nın tipik hayalperestliğiyle eldeki mevcut orduları(bilhassa Kafkas cephesi'nin Rusya'nın savaştan çıkması sonucu kapanmasıyla bu cepheden artakalanları) güneye yollamak yerine Azerbaycan ve günümüzün Kuzey Iran'ında kullanması, (zira Osmanlı orduları Bakü'ye, Hemedan'a kadar ilerlemiştir o tarihte), hatta Bulgaristan'a yardıma dahi göndermesi nedeniyle bütün taleplere rağmen herhangi bir durumda öne sürebileceği en ufak yedek kuvveti de bulunmamaktaydı(cephenin bu kadar çabuk dağılması ve dağıldığında bir daha toparlanamaması bu yüzden olacaktır). bunun yanısıra zaten kötü teçhiz edilmekte olan, gerekli kaynaklardan yoksun Osmanlı ordusundaki son derece düşük morali ve maneviyatı ve savaştan hemen önce askerden kaçan 1100 kadar kişiyi belirtmekte de yarar vardır.
Evvelden, bir süre önce Amman'a doğru bir yanıltmaca saldırısı yapmış olan allenby ve orduları, von Sanders'in ordularının total kuvvetinin üçte birini hattın doğusuna sevketmesine neden oldu. oysa ki 19 Eylül sabaha karşı 4.30'da Allenby esas taarruzunu başlattı. 5 tümenlik bir ordu grubu(11. corps) yoğun bir taarruzu hattın bilhassa süvari ordularının rahat hareket edebileceği düzlük batı tarafından başlatırken, birkaç saat içinde hattın doğusu da takriben 5 tümenlik bölünmüş(10.corps) tarafından taarruza uğradı. Hattın batısına yapılan saldırıda britanya donanması destroyerleri de kıyıdan destek sağlayarak, ordularının siperleri aşmasına yardımcı olmuştur. doğuda yoğunlaştırılan birliklerle daha da zayıflamış olan batı hattı desteksiz, hava ve denizden de destekli 5 tümene karşı 3 tümen şeklinde kalınca(belirtilmelidir ki 1 osmanlı tümeni, 1 britanya tümenine göre mevcut olarak çok daha düşüktür) hattın batı ucu kısa sürede çökmüş, bundan iyi faydalanan Britanya süvari birlikleri hattı boşluklara dalmış, kısa süre sonra hattın 25 km gerisinde Tülkarim'de mukim 8. ordu karargahına kadar gelmiştir britanyalılar. bu noktada öğle vakti, batı hattı çöktükten sonra merkez hatta da saldırı başlamış, tutunamayan ve ağır kayıplar veren 7.ordu birlikleri de Nablus'a kadar geri çekilmiş, ertesi gün 8. ordu ile 7. ordu birlikleri yanyana gelmiş ve beraberce geri çekilmeyi sürdürmüşlerdir. Bölünmüş olan 7.ordunun Asiakorps'un da içinde bulunduğu bir kısmı ise Ürdün yönüne doğru geri çekilmiş, yine hava desteği ve Araplar'ın arkadan sarması, ve de britanya süvarisinin sızması gibi nedenlerle sıkışmışlar, Asiakorps bir gün kadar savaştıktan sonra tükenmiş, 7.ordunun diğer kısmı ise Dera'a'ya kadar çekildikten sonra teslim olmak durumunda kalmıştır.
Hattın doğusundaki,henüz aralık 1917'de yeniden kurulmuş olan dördüncü ordu ise(bileşik yaylı askerler de bu ordunun içindeydi) ise "Chaytor Force" olarak adlandırılan takriben iki tümenlik 10.corps'un doğu ucundaki kuvvetin saldırısı karşısında kırılarak amman'a dek geri çekilmiş, akabinde, süvari hücumları, hava desteği ve en nihayetinde kuzeyden bu ordunun da merkezi dera'a yönünden etrafını saran Arabistanlı Lawrence'ın başında bulunduğu arap kuvvetleri tarafından çevrilmiş ve en nihayetinde tüm organizasyonunu kaybederek kalan ögeleriyle birlikte eylül sonunda Şam yolunda teslim olmak durumunda kalmış, yani bir savaş kuvveti olarak yok edilmiştir.
20 eylül itibariyle, 1.5 günde, cephe 70 ile 100 kilometre arası geriye atılmış,cephe gerisindeki tüm kritik tren yolu istasyonları ele geçirilmiş, hatta arapların sarmal hücumuyla ürdün'deki tren yolları da sabotaja uğramıştır. İngiliz taarruzu öyle bir başarıya ulaşmıştır ki, hattın batısından saldırıya geçen 11.corps'un, 8. ordunun tam yol geri çekilmesinin de etkisiyle hızlı ilerlemesi sonucu 21 Eylül öğleden sonrası Nasıra ve oradaki Filistin Cephesi genel karargahı dahi düşmüştür. ingiliz konsantrasyonunun daha ziyade cephenin batı hattında olması nedeniyle, 7. ordu nisbi olarak merkezde biraz daha direnme şansı bulmuş ve Nablus 21 Eylül öğlenine kadar dayanmıştır. en son meydana gelen durum ise kıyı-Megiddo-Nasıra hattını tamamen kontrol eden britanya ordularının ve doğudan gelen arap ve ingiliz süvari/uçak kıskacının nihayetinde 7.ordunun sağ cenahının da kıskaca alınmış olmasıdır(akabinde 7.ordunun bu cenahının başına yukarıda bahsetmiş olduğumuz olaylar gelmiştir).
7. ve 8. ordunun kalan unsurları Galilee Gölü'nden kıyıya kadar yeni bir hat kurmaya çabaladıysa da Şam'dan istenen yedek kuvvetler yine reddedilmiş(Şam askeri kumandanının bir Arap ajanı olduğu da sonradan ortaya çıkacaktır), bu hat da henüz kuruluş aşamasında Avustralya süvarisi tarafından hücum edilerek tutunamamış, diğer yarı-mekanize süvari birlikleri acre ve hayfa limanlarını 22'sinde ele geçirmişler, kısa süre sonra piyadenin de yeni mevzilerine gelmesiyle taarruz nihayete erdirilmiştir. bu süre içinde Britanya orduları,zaten pek çoğu dağınık duruma gelmiş olan osmanlı kuvvetlerinin tüm kaçış yollarını tıkamış, ve çeşitli kaynaklara göre değişen rakamlar olmakla birlikte, 60.000-70.000 kadar Osmanlı/Alman askeri esir düşmüştür. buna mukabil Britanya ordularının kayıpları 6000 asker civarındadır. 7. ve 8. orduların kalan unsurları, ilk cephe noktası ve mevcut cephe noktası arasında kalan/kurtarılan tüm birlikleri toparlayarak Şam'a doğru genel bir geri çekilme başlatmışlardır. Megiddo taarruzu, Filistin cephesi'nin kesin çöküşünü ve Osmanlı için de artık savaşın kaybedilişini simgeler; Osmanlı ordularının tüm organizasyonu, cephe düzeni, morali ve maneviyatı yok olmuştur. zira Şam da yine İtilaf kuvvetleri ilerleyişi esnasında verilen ağır kayıpların ardından 1 ekim itibariyle düşecektir.
Bu hızlı ilerleme, dünya tarihindeki en başarılı ve artık yavaştan yerini tank ve tam mekanize zırhlı araçlara daha çok bırakacak olması nedeniyle en son süvari operasyonlarından birisi sayesinde olmuştur. Süvari dediysek de, tam olarak bir grup atlı olarak anlaşılmaması gerekir bunun, zira bu süvari tümenlerine, hafif zırhlı araçlar eşlik etmekteydi, yani burada süvari(cavalry) olarak bahsedilen birlikler bir bakıma yarı-mekanize birliklerdir.
Bahsedilmesi gereken bir önemli nokta da, Britanya Kraliyet Hava Kuvvetleri(RAF)'nin cephedeki 105 uçağının keşif ve taktik bombardıman bakımından sağladığı faydalardır. Hava kuvvetlerinin önemi ve başarısı bakımından bu savaş, Birinci Dünya Savaşı'ndaki en önemli ve nadir örneklerden biridir. öncelikle Osmanlı-Alman pozisyonlarının yerlerini saptamada, bölge arazisini tetkikte fayda sağlayan uçaklar, taarruz başlangıcında taktik bombardımanla ve ilerleyen günlerde geri çekilen osmanlı ordularına zayiat verdirmede son derece etkili olmuşlardır. britanya'nın 105 uçağına karşın ittifak kuvvetlerinin cephede 5 adet uçağının olması, havada kaybedilen savaşın açıklamasıdır.
Nihayetinde belirtmek gerekir ki; megiddo'daki osmanlı yenilgisinin temel sebepleri çok açık ve nettir. karşı tarafın havada, denizde ve karada, gerek süvari, gerek top, uçak, gemiler ve makinalı tüfek, gerekse piyade bakımından her alanda kat be kat sağladığı sayısal ve donanımsal üstünlük bunların en temeli ve önemlisidir. Osmanlı komuta kademesindeki iletişim bozuklukları ve karışıklıklar, zaten var olan düşük moral/maneviyat ve kötü teçhiz edilen bir ordu, arap isyanı, iyi kumanda edilen bir düşman ordusu ve taarruz sonrası meydana gelen panik ve hezeyan hali, yenilgiyi ağırlaştıran faktörler olmuştur. Bu savaş da diğer pek çok savaş gibi savaş başarılarının herşeyden önce bir iktisadi temeli olduğunu gözler önüne serer. Ve sonuç olarak Megiddo Savaşı, 1918 Osmanlı'sı için malumun ilanı niteliği taşımaktadır. Osmanlı için savaşın bir bozgunla sonlanacağı çok açık ve nettir, ve bu bozgunun adı da Megiddo savaşı olmuştur.
1 Eylül 2010 Çarşamba
Understanding & Struggle (Tupac)
Aslında bir Tupac hayranı olduğumu söyleyemeyeceğim. East Coast/West Coast olaylarını da çok sallamam..Az buçuk, ucundan kıyısından..
Ama bu adamın annesine yazdığı bir "Dear Mama" şarkısı var ki, bir insana böyle bir şarkı miras kalması gerçekten nadide bir durumdur..Tupac'i tüm diğer rapper ve türevlerinden ayırabilir..
Melodisi de sözlerle muntazam uygunluk gösteren bu şarkının iki bölümüne değinmeden geçemeyeceğim..
Birincisi minnete dair;
"There's no way i can pay you back
But the plan is to show you that I understand"
İkincisi ise varoluşa dair;
"I wish I can take the pain away
If you can make it through the night, there's a brighter day
Everything'll be alright if you hold on
It's a struggle everyday, gotta roll on"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)