Yeni milenyumumuzun birinci onluğunu geride bırakırkene, kendimi en uç örneklerden biri olarak fazlasıyla dahil edip bir yana savuşturduktan sonra, genç eşraftan kimselerle konuştuğumda birşeyin farkına varıyorum.
Türkiye'de genç nüfusun bir kısmı, mutluluk kültürünü kaybediyor...
Belki bu tezi daha bir evrensel hale getirmek dahi mümkün.
Geçmişin derdi,tasası, geleceğin belirsizliği,kaygısı, olan bitenin vehameti,hüznü, mevcut gidişat, ilişkiler, hatta mekan ve zaman; hiçbiri olmasa da bir alışkanlık eseri, veya herhangi bir yeniliğin/değişikliğin gerçekleşmiyor olması, en kötü durumda sebepsiz bir mutsuzluk bu bireyleri esir alıyor.
Bu insanlar, maddi durumu iyi veya kötü bakılmaksızın, belki de pek çoklarınca güzel ve imrenilecek bulunabilecek bir hayatı sürdürürken, bir türlü huzuru yakalayamıyorlar. Mutluluk, bu insanlar için bir kayıp hazine kadar uzak bir kavram oluvermiş gibi.
Umutlar tükenmiş yahut tüketilmiş. Hayattan bir beklenti yok.
Bu insanlar kendilerine vaad edilmiş olan güneşli güzel günleri aramaktan bile vazgeçecek haldeler. Işıklı yaz çiçekleri, Yahya Kemal'in portakal bahçeleri fersahlar uzaklıkta.
Eskilerin anlatımıyla, boğaza bir bakış mutlu etmeye yeter imiş pek çoğunu..Var olanla mutlu olmayı, haline şükür etmeyi mi bilirlermiş ki? Belki onlar "küçük şeylerle mutluluğu yakalamayı" öğrenmiş, umutlar kurmuşlar, tasayı umudun ardına koyarak...Vesvese ile vebaya teslim etmemişler kafalarını.
Sebeplendirmeye çalıştıkça çok bir açıklama bulamıyorum.
Değişen nesil ve dünya mı? Teknoloji mi? Radiohead şarkılarında betimlenen cinsten bir yabancılaşma hissiyatı mı? Toplumsal bilinç ve kültür mü? Sevgi, saygı, etik ve diğer değerlerin tükenişi mi? Bencillik ve kontrolsüzlük mü? Beklentilerin, olanakların ve isteklerin çoğalması mı? İnsanın doyumsuzluğunun katmerlenmesi mi? Mağlup edilemez bir kabullenemeyiş mi? Nedir?
:)
:(
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder